İşçi emekçi mücadelesi ve siyasal demokratik özgürlükler sorunu |
İşçilerin iktisadi sosyal taleplerle sürdürdükleri mücadelenin siyasal özgürlükler sorunuyla bağı, çoğu kaba ve tek yanlı, genellikle ‘sol çocukluk hastalığı’yla malul ve fakat işçi çoğunluğunca da ‘ekmek kavgası’yla ‘demokrasi sorunu’ birbirleriyle alakasız ya da birbirini dışarıda bırakan bir anlayışla ele alışıla gelmiştir. Oysa, ülkede burjuva demokratik karakterde kullanılabilir hakların elde edilmesi veya bu hakların burjuva iktidarınca lağvı ve gaspı işçi sınıfı başta tüm emekçilerin mücadelesinin seyriyle dolaysızca bağlı olmuştur. ‘Ekmek kavgası’nın gücü, sömürülen ve ezilenlerin önündeki engellere karşı mevzilerini politik alanda da güçlendirici etkide olmuştur.
Yakın tarihten örnekler, bunu kanıtlar niteliktedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu yıllarında, işçiler, kapitalist ilişkilerin gelişmesine bağlı olarak daha çok, İstanbul, İzmir, Bursa gibi denize kıyısı olan kentlerde; dokumacılık, tütün üretimi ve madencilik iş kollarında istihdam edilmişlerdi ve köy yaşamıyla ilişkileri devam ediyordu. Kemalist yönetimin ‘ulusal ekonomi inşası’ iddiasıyla kurduğu devlet işletmeleri işçi sayısının artışını sağlarken -bu mücadelenin nesnel temelinin güçlenmesi demekti-, diğer yandan, devlet yönetiminin emekçilerden yana bir politika izlediği görünümü vermekte ve şoven milliyetçi söylemin işçiler üzerinde etkili olmasına yol açmaktaydı. İzmir İktisat Kongresi kararları, devlet yönetiminin burjuvaziyle büyük toprak sahiplerinin menfaatlerini esas alan ekonomi politikaya sahip olduğunu ve olacağını gösterdi. Devletçi ekonomi politika ‘özel sermaye’ye henüz sahip olmadığı olanakları yaratacak, dış sermayeye de kapalı olmayacaktı.
1930-1940'lı yıllarda, işçiler başta olmak üzere halk kitlelerinin yaşam koşulları daha da ağırlaştı. Devletçi ekonomi politika kapsamında açılan yeni işletmelerle birlikte sayısal olarak artan işçilerin çalışma koşulları kötü, çalışma süresi uzundu. Tek milletçi şovenist politika ve Kürt isyanları gerekçeli yoğun baskı, farklı milliyetlerden işçilerin birliği önündeki engeller arasındaydı. 1940’da uygulamaya konan “Milli Koruma Kanunu” ile çalışma süresi 11 saate çıkarıldı. Hafta tatili kaldırılırken ücretler de düşürüldü. Demokratik muhalif girişimler baskıyla ezilmeye çalışılıyordu. Buna karşı tepkilerin yaygınlaşma eğilimini fark eden hükümet, işçilerin grev yapmasını ve politikayla uğraşmasını yasaklayan bir sendika yasası çıkardı.
1946’da Bayar-Menderes yönetiminde kurulan ve iş birlikçi burjuvaziyle büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını savunan Demokrat Parti, bu durumu politik istismar malzemesine dönüştürerek demokratik- sendikal özgürlükler vaadiyle işçi emekçi hareketini yedeklemeye yöneldi. 1950’de seçimleri kazanıp işbaşı yaptığında ise vaat ettiklerinin aksine baskı ve saldırı politikalarını yoğunlaştırmaya yöneldi. 1954’ten itibaren siyasal baskı, zor ve şiddeti yoğunlaştırarak despotik bir yönetim politikası izledi. ABD emperyalizmi ile iş birliği politikalarının kapsamını genişletti. CHP dahil muhalefete yönelik baskıyı artırdı. Devlet işletmelerinde çalışmak için dahi DP’nin gerici, halk düşmanı politikalarına yandaş olmak gerekiyordu.
1950-1960’lı yıllarda kapitalist gelişme hız kazandı. Dış sermaye girişi arttı. Bu durum sanayi alanındaki yatırımların artışı üzerinde de etkili oldu. Kırdan kente nüfus göçünün artışıyla birlikte emek gücü kitlesi büyüdü. Sosyal -iktisadi talepler için mücadele eğilimi güç kazandı. 1952 yılında, işçi hareketinin burjuvazi ve devletinin güdümünden bağımsız sınıf örgütlenmesini önleme politikasının da ürünü olarak, Amerikan sarı sendikacılık çizgisinde TÜRK-İŞ kuruldu. İddia partiler üstü sendikacılık çizgisinde “işçilerin haklarını savunma” ve “işçileri örgütlü hale getirmek”ti!
TÜRK-İŞ’in kuruluşu, kapitalistlerle ve devletle uzlaşı çizgisine rağmen, işçilerin sendikal örgütlenme yoluyla kapitalistlere ve hükümetlerine karşı, kendi talepleri için mücadele fikri ve eyleminde, yeni bir döneme girilmesini ifade ediyordu. Sendikalı işçilerin ücret artışı ve çalışma koşullarında belirli iyileştirmelerin sağlanması, sendikaya ilgiyi artırmaktaydı. İşçi mücadelesinin giderek yayılması, ilerici demokrat aydınların Bayar Menderes yönetiminin artan saldırılarına karşı gelişen muhalefeti, CHP’ye yönelik saldırıların yol açtığı tepki birikimi, devlet yönetiminde farklı çıkar gruplarının rekabeti vb. gibi etkenler 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin gündeme gelmesinde rol oynadı. Dönemin uluslararası ve ülke içi güç ilişkileri ve yukarıda işaret edilen etkenler 1961 Anayasası’nda, emekçilerin de yararlanabileceği kısmi demokratik hakların yer almasını sağladı.
Yeni fabrika ve işletmeler açılmış, tekstil, metal, maden, inşaat, vb. iş kollarında çalışan işçi sayısı artmıştı. Ücretli emekçilerin üçte biri imalat sanayinde çalışıyordu. Ancak, işçiler başta olmak üzere emekçi kitleleri açısından ağır ekonomik sosyal koşullarda sözü etmeye değer bir iyileşme olmadı. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olan Saraçhane Mitingi ve Kavel Kablo Fabrikası işçilerinin direnişi, bu koşullarda yaşandı. Aralık 1961’de yüz bin emekçi sendikal-ekonomik ve demokratik talepler için İstanbul-Saraçhane’de bir araya geldi. Onu küçük çaplı başka eylemler izledi. 1963'te ise Kavel direnişi gerçekleşti. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücret artışı gibi taleplerle başlayan Kavel direnişine polis saldırısı ve buna rağmen direnişin başarıyla sonuçlanması, işçiler içindeki dayanışma eğilimine güç verdi. Birbirini izleyen işçi eylemleri, 1963 yılında 274 ve 275 sayılı grev ve toplu sözleşme yasalarının kabul edilmesinin en önemli etkenleri oldular. Grev hakkı yasalara geçirildi. Bu hakkın kazanımı, işçi hareketinde mücadele eğilimine güç verdi. Özel kapitalist işletmeler başta olmak üzere kapitalistler ile işçiler arasındaki mücadele giderek sertleşti.
Çalışma süresinin düşürülmesi ve ücret artışı talepleriyle başlayan 1965 Zonguldak madenci direnişi, 60 bin işçiyi kapsayan ve ailelerinin de desteğinde giderek bölgesel bir eylem karakteri kazanan önemli bir........