Türkistan’da Türk Düşüncesinin İzlerini Sürerken – 12
Buhara’ya girince zihnimde canlanan düşünceler…
Bir önceki mektubumda Semerkant ile Buhara arasında yaptığımız tren yolculuğunu paylaşmıştım başkanım. Bu satırları ise, “Doğu’nun Medinesi” ve “Kubbetü’l-İslâm” olarak anılan; Alp Er Tunga’dan İbn Sînâ’ya, Yedi Pirler’den Şah-ı Nakşibend’e uzanan derin bir Türk-İslâm hafızasını içinde taşıyan Buhara’dan yazıyorum.
Tren istasyonundan kalacağımız otele doğru yol alırken hem etrafıma bakıyor hem de Türk düşüncesinde derin izler bırakmış ilim ve irfan yuvası medreseleri ve Ceditcilik hareketini düşünüyorum.
Buhara sokaklarında ilerlerken, bir zamanlar Mâverâünnehir’in ilim ve irfan merkezi, Türk tasavvufunun önemli beldelerinden biri ve Türk-İslâm medeniyetinin altın çağını insanlığa sunmuş bu şehirde bulunmanın huzurunu ve mutluluğunu hissediyorum. Yol boyunca gözlerim, o meşhur, görkemli ve her biri adeta birer sanat eseri olan medreseleri arıyor. Tarihî İpek Yolu üzerinde yer alan Buhara, tek katlı taş evleri ve Anadolu köylerinde hâlâ rastladığımız, her biri ince bir zevkin ürünü ahşap kapılarıyla bizi karşılıyor adeta.
Bir zamanlar Büyük İskender’in, Fars ve Moğol istilalarının ve Sovyet işgalinin izlerini taşıyan Buhara’nın yetiştirdiği İmam Buhârî, Hoca Bahâeddin Nakşibend ve İbn Sînâ’nın acaba içinden geçtiğimiz bu sokaklarda yürüyüp yürümediklerini düşünüyorum bir an. Zira hafızamdaki bilgiler, daha geçen yüzyıla kadar Batı’da eserleri okutulan İbn Sînâ’nın doğup büyüdüğü şehrin Buhara olduğunu söylüyor.
Başkanım, zihnimde dolaşan bu sorulara cevap ararken taksi şoförü elime bir broşür tutuşturuyor ve Buhara’ya gelenlerin bu merkezleri........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin