Yaşadığımız 2024 Türkiyesi’nin sert hakikatleri
Geçtiğimiz hafta Abdullah Öcalan’ın DEM grubuna gelip konuşmasını ve hatta umut hakkı kapsamında tahliye ihtimalini bile konuşurken bu sabaha 3 DEM belediyesine kayyum ile uyandık.
Kayyum atananlardan biri de geçen hafta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile beraber Urfa’da kan davası olan iki aileyi barıştıran Ahmet Türk.
Türk Devlet yetkilileri ile Ahmet Türk gibi DEM Partililer, birlikte aynı fotoğrafa poz vermişlerdi daha birkaç gün önce.
Son 1 yıldır her konu açıldığında “Kürt meselesini sadece Recep Tayyip Erdoğan çözebilir. Bu sorunu çözerse Erdoğan çözer, başka hiç kimse de bu problemi çözemez” diyen Ahmet Türk’ten bahsediyoruz.
Peki geçen hafta Abdullah Öcalan’ın serbest kalması dahi konuşulurken şimdi bu kayyumlar çelişki mi? TUSAŞ saldırısı ve buna karşılık olarak kayyumlar.
Bugün içinde yaşadığımız siyasal rejimin ve mevcut Devlet olgusunun ne olduğunu anlayanlar için asla bu mütekabiliyetler şaşırtıcı değil. Fakat bu rejimi doğru şekilde tanımlayabilen Türk aydını sayısı çok çok az olduğu için ciddi bir entelektüel tıkanıklık yaşıyoruz.
Modern Türkiye tarihinde ilk kez bu derece aydınsız, entelektüelsiz bir dönem yaşanıyor. Bazı cümleleri artık çok net yazmak gerekiyor.
Türkiye’nin bir rekabetçi otoriter rejim (electoral authoritarianism) olduğu yalanını söyleyen her Türk akademisyeni ve yazarı, aslında bu kayyum kararlarının paydaşıdır.
Aynı şekilde “Erken seçim gelecek, bu devir bitecek” yalanlarıyla seçmenlerini kandırıp Türkiye’yi sanki Brezilya gibi seçimsel demokrasi gibi gösteren her siyasetçi, her gazeteci de sabah verilen kayyum kararına imza atmış demektir. Türkiye’de fiili durum artık budur.
Pazartesi sabahına kayyumlar ile uyandığımız gibi yarın sabah Selahattin Demirtaş’ın tahliye edildiğini ya da Ankara’da bir ev hapishanesine nakledildiğini de duyabiliriz. Bir sonraki gün birkaç belediyeye daha kayyum atanabilir ve öbür gün de İmralı’ya helikopterin gittiğini ve Abdullah Öcalan’ı Ankara’da bir eve naklettiğini de öğrenebiliriz.
Geçen hafta da yazdığım gibi şu an mutlak bir totaliter diktatörlük yetkisine ve gücüne sahip, hiçbir konuda önünde engel bulunmayan, sınırsız otoritesi olan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti var.
Bir muhalif aydın ya da muhalif siyasetçi olma iddiasındaki herkes önce bu hakikati tespit edecek ve hitap ettiği kitleye de bu gerçeği dürüstçe anlatacak. Aksi takdirde o sözüm ona “muhalif” kişi, mevcut rejimin iş birlikçisinden başka bir şey değildir.
Türk tarihinde hiçbir zaman böyle limitsiz bir Devlet olmadı.
Limit yok, sınır yok, hudut yok şu an Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde.
Erdoğan ve Bahçeli anlaştıktan ve uzlaştıktan sonra yapamayacakları hiçbir icraat yok Türkiye’de.
İsterse 80’de gidebilecek isterse 400’e basabilecek bir motor gücü gibi mevcut Devlet ve Rejim.
Erdoğan ve Bahçeli simbiyotik siyasal rejimi isterse her belediyeye kayyum atar, isterse Selahattin Demirtaş’ı hemen serbest bırakır, isterse Abdullah Öcalan’a Bahçeli’nin ifade ettiği yolu açar, Öcalan Ankara’ya gelir, DEM grubunun başına geçer.
Şu an mesele şu: Devletin hangi tavrı almasını istiyoruz? Yumuşak mı, sert mi? Tahammülsüz mü,........
© Ensonhaber
visit website