Suriyelilere gitmesin diye vatandaşlık verir miyiz?
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile MİT Genel Sekreteri İbrahim Kalın’ın Emeviyye Camii’nde namaz kıldıktan sonra tekbirlerle uğurlanması ve Selahaddin Eyyubi türbesini ziyaretleri sırasında gösterilen yoğun sevgi gösterisi Türkiye’nin görünmez sınırları hakkında dosta, düşmana bazı hakikatleri söylemiş oldu.
Ortaya çıkan tablo ile hakikaten iftihar ederken 2008 yılında çıkan kitabımın ismi geldi aklıma: Geri Gel Ey Osmanlı!
Derken hatıraların kandili yanmaya başladı içimde.
2001 Haziranında gittiğim Suriye bugünkü haliyle kıyaslarsak füsun diyarıydı. Kaleye bakarak ayakkabı boyatan Türklere “Mavi mavi masmavi” şarkısını çığıran Halepli çocuklar bizimle Türkçe konuşunca ben de diğer arkadaşlar gibi şaşırmıştım. Niye şaşırıyorsunuz ki diye uyarmışlardı, yabancı mıyız, dedelerimiz Antep’ten, Hatay’dan, Urfa’dan gelmiş. Burada Türkçe konuşarak yaşayabilirsiniz.
Hakikaten öyle oldu. Kapalı çarşıdaki alışverişimizde o dükkânın sahibi bilmiyorsa yandakinden tercüman yetişiyordu imdadımıza. Şerbetçiler buz gibi meyan şerbeti satarken Türkçe hitap ediyordu.
Ortak kanaatimiz, meğer burası Anadolu’nun bir kanadı imiş oldu.
Hama’da yeşil gözlü, sarı saçlı çocuklar çevirdi etrafımızı, otobüsümüze binen bir Suriyeli kendi imkânlarıyla bastırdığı dua kitapçığını hediye etti. Lezzetiyle meşhur Halep yemeklerini bir Ermeni lokantasında yemiştik.
Grupta bir şaşkınlık vakfesi: Biz nereye gelmiştik sahi? Sınır dediğin bir bıçak gibi kesmiyordu bizi. Aynı bünyenin parçalarıydık ve dilimizden damağımıza kadar birdik.
Bu birlik meşalesi, Şam’a gidilince başka bir boyut kazandı. Orada anlaşmak zorlaştı ama insanların dünyasına inildiğinde orada yine birlik tandırının tüttüğünü müşahede ettik.
“Osmanlı” denilince “Elhamdülillah” diyen bir satıcıyla sohbetimiz camide noktalandı. Muhiddin Arabî hazretlerinin türbesinin bulunduğu Salihiye Mahallesinden dönerken........
© Ensonhaber
visit website