Çalıştığım kurumda ithal edilen bir ambalaj malzemesinde sorun yaşandı. Üretici firma, dünya çapında büyük bir firmaydı ve bizi kaybetmesi pazar anlamında çok büyük bir kayıp değildi onlar için. Ama Türkiye’de sektörün “ağır abilerinden” biriydik biz. Bunu biliyorlardı ve bu nedenle olsa gerek bizden vaz geçmek istemediler. Sorunun çözümü için ivedi bir toplantı yapılması kararlaştırıldı.
Toplantıya şirketin Avrupa Temsilcisi Senor Carlos ile Türkiye temsilcisi bir hanımefendi katılacaktı. Hanımefendi otuzlu yaşlarda, zarif ve güzel bir Türk kadını. Donanımlı. Altı dil biliyor.
Bizden müdür ve müdür yardımcısı… Bir de ben…
Benim öyle büyük unvanlarım yok. Ama kurumun en tecrübelilerinden biriyim. İşimi iyi yaparım. Konuyu biliyorum. Ayrıca dizüstü bilgisayarım ile rakamsal veri ve bilgileri de vereceğim. Onun için katılımcılar arasındayım.
Toplantı bir çarşamba günü iki bölüm halinde yapılacaktı. Birinci bölüm öğleden önce 10.30-12.00 arasında, ikinci bölüm öğle yemeğinden sonra saat 13.00-15.00 arasında planlandı.
Toplantı günü bizim hazırlığımız tamamdı. Toplantı masasına kuru pastalar servis edildi. İki tabağa kuru incir ve gün kurusu kayısı konuldu. Pet şişelerde sular hazırdı. Her katılımcının önüne not için kâğıtlar ve kalemler bırakıldı.
Ancak kader denilebilir. Tevafuk, tesadüf diyenler çıkabilir. Neyse ne… Toplantı günü o yılın Ramazan ayının birinci gününe denk gelmişti.
Carlos ve hanımefendi saat 10.19’da geldi. Tanışma faslı ayakta geçildi. Tam 10.30’da toplantı başladı. O ara bana bakan Carlos, hanımefendiye benim önümde neden tabak ve içecek olmadığını sordu. Ben oruçlu olduğumu söyledim. Nasıl olduğunu sordu, güneşin doğumundan batışına kadar bir şey yiyip içmediği söyledim. Benim de anlamakta güçlük çektiğim imsak vaktini İspanyol’a anlatmak zor olabilirdi.
Bunun üzerine Carlos, ayran bardağını ve tabağını ileri sürdü, ben hayır dedim. Orucun bireysel bir........