ŞİÁ VE ON İKİ İMAM KÜLTÜ |
Peygamberimiz (s.a.v)’in dâru’l-bekâya irtihali sonrası imamete layık gördükleri başta Hz. Ali (k.v) olmak üzere iki oğlu Hasan (r.a) ve Hüseyin (r.a) ile torunlarının Allah’ın buyruğu ve Peygamber kavli ile on iki imama iman etmenin dinin bir şartı olarak gören mezhebin adıdır Şiâ.
Ayrıca Şia akımına:
-Peygamberimiz (s.a.v) sonrası halife olarak on iki imamı kabul etmelerine binaen İsnâaşeriyye (on iki imamcılar) ismi,
-Şiâ imamlarına iman etmeyi imanın bir rüknü olarak görmelerine binaen “imâmiyye” ismi,
-Takip ettikleri yola ışık olması babından itikadi, ameli ve muamelat konularında rehber gördükleri İmam Ca’fer-i Sâdık Hz.lerinin yolunu yol bilmelerine binaen “Caferiyye” ismi,
-On ikinci imamın gelişini beklemelerine binaen “Ashabu’l-intizar (bekleyiciler)” ismi,
-On ikinci imamın hayatta var olduğu (kâim olmasına) inancına binaen “Kâimiyye” ismi olarak da addedilmiştir.
Hakeza Şiâ akımına karşıt duruş sergileyen muhalif kanada da “Râfıza ya da Râfiziyye” denmektedir.
Evet, gelinen noktada Şiâ akımının imâmiyeti imanın bir rüknü olarak şart görmekle bu söz konusu mezhebin öğretilerinin Peygamberimiz (s.a.v)’den sonra halef diye addettikleri on iki imama dayanak teşkil eden kaynaklardan beslendiği de apayrı bilinen bir gerçekliktir. Öyle ya, mademki Şiâ akımı kendi beslendikleri kaynaklardan hareketle tarihi süreç içerisinde değişik isimler ı altında bugünlere gelmiş durumda, o halde bu söz konusu akımın Hz. Ali (k.v) ile başlayan silsilede yer alan on iki imamların isimleri neymiş bir görelim:
12 İMÁMİYYE SİLSİLESİ:
1- Hz. Ali (k.v),
2- Hz. Hasan (r.a),
3-Hz. Hüseyin (r.a),
4-Ali b. Hüseyin,
5-Muhammed b. Ali,
6-Cafer b Muhammed (r.a),
7-Musâ b. Cafer (r.a),
8-Ali b. Musâ,
9-Muhammed b. Ali,
10-Ali b. Muhammed,
11-Hasan b. Ali,
12-el-Kâim el-Muntazar.
Hz. Ali (k.v)
Malumunuz ehl-i sünnet ekolünde Hz. Ali (k.v), halifelik makamının Hulefa-i Raşidin halkasının dördüncü sırasında yerini alırken İmâmiyye Şiâ ekolünde ise tam aksine ilk sırada yer alan halifedir. Öyle ki Şiâ ekolüne göre:
-Vahiy nazil olduğunda Hz. Ali (k.v)’in 9 yaşında ilk iman eden çocuk olması,
-Mekke’den Medine’ye hicret edileceği vakit Allah Resulünün yatağında yatıyor olması,
-Tebük Seferi dışında tüm seferlere katılıyor olması,
-Tebük gazvesine seferber olunduğunda bizatihi Peygamberimiz (s.a.v) tarafından Hz. Ali (k.v)’i Medine’de bırakılınca münafıkların; “Bak görüyor musunuz? Ali çok önemli biri olsaydı hiç kuşkusuz arkada bırakılmazdı” türünden dedikodulara muhatap kalmışlığının üzerine hemen apar topar soluğu Allah Resulünün yanında aldığında, Peygamberimiz (s.a.v)’in onun hakkında:
-“Ey Ali! Onlar yalan söylüyorlar. Ben seni arkamda kalanlara bakmak üzere Medine’de bıraktım. Sen Medine’ye dön; ailemde ve kendi ailende benim halifem ol. Ali’nin bana olan nisbeti Harun’un Musa’ya olan nisbeti gibidir” övgüsüne mazhar olması gibi bir dizi güzel hasletleri kendinde toplamış olması imâmiyet iddialarına en temel dayanak teşkil eden deliller olarak gösterilmiştir. Derken Allah Resulü (s.a.v)’in vefatı sonrası Emevî-Haşimi ekseninde gelişen bir takım hadiseler eşliğinde Emevi saltanatının egemen olduğu iklimde İmâmiyye akımının nüksetmesine neden hazır zemin oluşmuştur. İşte bu noktada filizlenmeye başlayan bu akıma itiraz eden unsurlara itibar edilmezken bilhassa Hz. Hüseyin (r.a)’ın şehit edilmesinden sonra nükseden Şiî temayüllere yakın bir kısım unsurlardan:
-Kimi Hz. Ali (k.v) ve Fatıma annemizin evliliğinden doğan çocukların soyundan gelen imamlara itibar ettiğini,
-Kimi Muhammed b. El-Hanefiyye gibi Hz. Ali (k.v)’in Fatıma annemizin vefatı sonrası evlendiği annelerimizin evlatlarının soyundan gelen imamlara itibar ettiğini,
-Kimi başta Abbasiler olmak üzere tamamıyla Hz. Ali (k.v)’in soyunun dışında dedesi Abdülmuttalib’in soyundan gelen imamlara itibar ettiğini,
-Kimi yine başta Abbasiler olmak üzere, Muhtar es-Sekafi’nin yaptığı eylemler nedeniyle mahkûm olduğu hapisten çıkıp Kerbela’da şehit düşen İmam Hüseyin’in öcünü almak için harekâta geçtiği günden başlayarak önce İbnü’l-Hanefiyye soyunu, ardından İbnü’l-Hanefiyye’nin oğlu Ebu Haşim’in vasiyetine uyarak Hz. Ali (k.v)’in soyunun dışında Haşimilerin imamlığına itibar ettiğini,
-Kimi unsurların da her türlü muhalif harekâttan kaçınan ılımlı cenah olarak bilinen “Hasan-Hüseyin-Zeynelâbidîn” çizgisinde yol izleyen silsilede yer alan imamlara itibar ettiğini müşahede etmekteyiz.
Bu arada unutmayalım ki her ne kadar Kerbela vakası sonrası ortaya çıkan Tevvabun ve Muhtar hareketlerinin özünde imâmiyet ve Şiilik davası güdülmese de onların yaptıkları eylemler de Şii eğilimleri tetikleyen unsurlar olarak değerlendirilmiştir.
Hicri birinci asrın son çeyreğine gelindiğinde Haşimîlerin baş tacı halife olarak gördükleri Hz. Ali (k.v)’in Hz. Osman (r.a)’dan üstünlüğünden artık dem vurmayıp bu kez hem Ebubekir (r.a) hem de Ömer (r.a)’dan üstün olduğundan dem vurmaları neticesinde Şiâ akımının doğuşuna neden atmosfer oluşur. Böylece Şiiliğin doğuşuna sebep teşkil eden şartların oluşmasıyla birlikte bu dönemde aşırı (ğulat) denen ilk Şiâ akımlar olarak zuhur edecektir. Nitekim bu söz konusu ğulat akımların başında Beyân b. Sem’an, Muğîre b. Said, Abdullah b. Muaviye gibi meşhur kanaat önderleri gelip, öğretilerini Şiilik ya da sonradan İmâmiyye adı altında halka oluşturan müntesiplerine izleyecekleri yolun esaslarını “vasîlik, imâmet, nass ve tayin” yönünden zihinlerine enjekte ederek öncülük edeceklerdir. Hatta Abbâsîlerin iktidara gelişiyle birlikte Emevîler ile Haşimîler arasında nükseden imamet konusu çekişme alanı olmaktan çıkıp yerine Haşimîlerin kendi aralarında iç meselesine dönüşen farklı bir durum oluşur. Derken hem Peygamberimiz (s.a.v)’in amcası Abbas (r.a)’ın soyundan gelen Abbasoğulları arasında hem de Peygamberimiz (s.a.v)’in diğer amcası aynı zamanda Hz. Ali’nin babası Ebû Talib’in soyundan gelen Alioğulları arasında iç çekişmelere yerini bırakan bir durum vuku bulur. Böylece kimi zaman Alioğullarının “Hasanî silsilesi” kolundan gelen, kimi zamanda “Hüseynî silsilesi” kolundan gelen pek çok meşhur kanaat önderleri imamet iddiasıyla Abbâsî iktidarına başkaldırıp birbirlerinin hasımı hale gelmiş olurlar. Öyle ya, Siz misiniz başkaldıran taraf, tez elden hemen Alioğullarının Abbasi devlet yönetiminden uzaklaştırmasını ve safların yeniden karılmasını beraberinde getiren bir durum ortaya çıkar. Dahası Allah Resulü (s.a.v)’in Fatıma soyundan gelenler diğer Haşimîlerden koparak Alioğulları safını oluşturacaklardır. Hatta Zeydîlerin dışında bir kısım kollar da Hz. Hasan (r.a)’ın soyundan gelen imamları dışlayaraktan öteki olarak görürken, Hz. Hüseyin (r.a)’ın soyundan gelenleri ise tam aksine baş tacı imamlar olarak göreceklerdir. Neyse ki bu söz konusu kollar arasında siyasete bulaşmaksızın tasavvufi meşrepte diyebileceğimiz noktada duruş sergilen bir kesim de Zeynelâbidîn’in oğlu Muhammed Bakır Hz.lerini ve onun oğlu Ca’fer-i Sâdık Hz.lerini kendilerine meşayih imamlar olarak görüp ehlisünnet bir çizgiye yakın bir yol üzere saf tutacaklardır. Zira Hasanoğulları taifesinden bir kesimin Abbasilere karşı girişimde bulundukları başkaldırma eylemleri başarısız olunca, ister istemez Hüseyinoğulları meşayihlerinden Muhammed Bâkır ile oğlu İmam Ca’fer-i Sâdık Hz.lerinin siyasette tamamen uzak ilim, ibadet ve takva hayatı bir yol takip ettikleri görülecektir. Şu da var ki, Muhammed el-Bâkır’ın oğlu İmam Ca’fer-i Sâdık Hz.leri aynı zamanda Nakşibendi tarikatının altın silsilesinin halkasında yer alan meşayihlerindendir. Hakeza Ca’fer-i Sâdık Hz.lerinin annesinin babası Ebû Muhammed Kasım (r.anh)’da Nakşi silsilesinin meşayih sadatlarındandır. Bilindiği üzere Nakşibendiler hafi zikrin Piri Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)’ın meşrebinde bir yol izlerken, diğer ehlisünnet çizgisindeki hak tarikatlarda cehri zikrin Piri Hz. Ali (k.v)’in meşrebinde bir yol izleyeceklerdir. Dolayısıyla Nakşibendilerin izlediği yolda Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.anh)’dan şecerenin nisbeti Selman-ı Fârisî (r.a)’a devr olunur. Selman-ı Fârisî (r.a)’da bu yolun esasları sırasıyla Ebû Muhammed Kasım (r.a)’a, ondan da İmam Ca’fer-i Sâdık Hz.lerine devr olunur. Böylece Halidi kolunun Nakşibendiyye silsilesindeki nisbetin devr olduğu noktada İmam Ca’fer-i Sâdık Hz.leri ilk kez bu yolu Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a) ve Hz. Ali (k.v)’in nisbetlerini kendinde toplayan öncü bir zat olarak adından söz ettirecektir. Kendisi aynı zamanda İmam-ı Azam'ın üstadıdır da. Öyle ki, İmam-ı Azam onun hakkında şöyle der: "Hayatımın son iki üç senesinde İmam-ı Ca’fer-i Sâdık (r.a)’la görüşebildim ve onu........© Enpolitik