
KÂİNAT LABORATUVARINDA ALLAH’I HİSSETMEK
Maalesef bilim dünyası ateizmin etkisi altında kalaraktan yaratılan her varlığı tesadüfi bir eser olarak görüp iki yüzyılı aşkındır pozitivist felsefi davası gütmekteler habire. Güya ellerine tutuşturulmuş içi boş pozitivist felsefi reçetelerle insanların yaratılış mucizesine olan inancını inkâra dönüştüreceklerini sanıyorlar. Bikere her şeyden önce sınırlarına hayallerin bile yetişemeyeceği uçsuz bucaksız bir âlemde yaşıyoruz, o halde bu durumda yaratılış mucizesi insanların dikkatinden nasıl sarfınazar edilebilir ki? Düşünsenize sırf içinde bulunduğumuz samanyolu galaksisi takriben yüz milyar sayıdadır. Yine bunun en az iki misli kadarda galaksi hudutlarımız içerisinde aydınlık güneşimiz gibi iki yüz milyar sayıda yıldızların varlığı söz konusudur. Şimdi gel de sınırlarına hayallerimizin bile yetişemeyeceği bu varoluş ve yaratılış mucizesini ne mümkün ki insanlar görmezden gelebilsin. Hem kaldı ki insan olarak bizatihi kendi iç ve dış dünyamız bütün olarak küçük âlemdir, hatta insana fiziki ve ruhu yönden bakıldığında büyük âlem diyen âlimlerimizde var. Her ne kadar pozitivist felsefi akımlara kapılan aklı evvel bir kısım bilim adamları yoktan varoluşu inkâr etseler de bikere Elmalı Hamdi Yazır’ın “Madumun kendi kendine vücuda gelmesi, zâtî yok olanın bizatihi var olması imkânsızdır” şeklinde diye ifade ettiği olmayan bir şey kendiliğinden var olamayacağı gibi hiçbir şeyde kendi kendine ademden vücut (yokluktan varlığa) bulamayacaktır gerçeğini değiştiremeyecektir. Evet bu ifadede yokluk ademi temsil eden bir kavram olarak anlam kazanırken, varlıkta vücudu temsil eden bir kavram olarak anlam kazanmakta. Dolayısıyla Sezai Karakoç’un “Yoktan da vardan da öte bir vardır, Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır” mucizesinin üzerine söz söyleme........
© Enpolitik


