İnsanlığın son nefesi üzerine bir ağıt… Torino Atı
1889 yılında Torino’da, Friedrich Nietzsche bir atın kırbaçlandığını görür. Atın görünüşü, davranışı, sessizliği, suskunluğu, kısacası ortaya çıkan tüm kompozisyonun, Friedrich Nietzsche'nin zihinsel çöküşüne neden olduğu söylenir. Béla Tarr’ın Torino Atı filmi, bu atı ve sahiplerini hikâyenin merkezine almaktadır.
Filmin ilk sahnesinde, fırtına içinde arabayı çeken atın nefes alışını duyduğumuzda, aslında Nietzsche’nin çöküşünü, insan aklının iyi ve kötünün devinimi içindeki bir dünyada nasıl tükendiğini izlemeye başlarız.
Bela Tarr’ın sayıklamaları açıktır. Akıl, acının karşısında diz çökmüştür. Ve Tarr bu metaforu, Nietzsche'nin hezeyanına neden olan At objesi üzerinden kurgular.
Çünkü o at, insanın kendisidir.
O at, yeryüzünün bitkin vicdanıdır.
O at, anlamını yitirmiş, üretmeyen, umursamayan, sadece hayatta kalmaya indirgenmiş bir varoluşun sembolüdür.
Nietzsche “Tanrı öldü” dediğinde, insanın yeni bir anlam yaratma görevini de ona yüklemişti. Ama Torino Atı’nda insan artık yaratmaz, sadece yaşar. Yaşamak bile eylem olmaktan çıkmıştır. Rüzgâr hep aynı yönden eser, yemek hep aynı şekilde yenir, sessizlik hep aynı şekilde yankılanır. Ve at artık yürümeyi reddeder.
Yaratıcılığın ölümü, hareketin ölümüyle başlar.
Bela Tarr’ın 30 uzun plan sekansı, zamanı bir çarmıha gerer. Her biri bir günün, bir anın, bir düşüncenin çürümesidir. Filmin dünyasında hiçbir şey değişmez, yalnızca daha da çöker. Nietzsche’nin ebedi dönüş kavramı burada somutlaşır. Aynı gün, aynı acı, aynı rüzgâr, aynı yiyecek. Yaşam, kendi tekrarının ağırlığı altında ezilir.
Tarr, zamanı bir ceza haline getirir. Zamanı yaşayan bir varlık olmaktan çok, zaman tarafından örselenen bir varlığa dönüşür insan.
Kız, her sabah pencereden dışarı bakar ama dışarıda dünya yoktur artık.
Bir medeniyetin külleri savrulmuştur yalnızca.
Doğa bile insanı reddeder. Rüzgâr durmadan vurur, su kurur, at ölür, ışık söner.
Bu, Tanrı’nın bir ceza yöntemi değil, dünyanın vazgeçişidir belki de.
Nietzsche’nin “İnsanca, Pek İnsanca”da sorduğu soruyu hatırlarız.
“İnsanın trajedisi, anlam yaratma yetisini kaybettiği an mı başlar?”
Evet, Torino Atı tam da bu sorunun yanıtıdır.
Bela Tarr’ın karakterleri artık etik özne değildir. Çünkü seçim yapamazlar.
Seçim yapacak koşul kalmamıştır. Bir eylemsizlik ahlakı, bir suskunluk felsefesi doğurmuştur.
Bu dünyada günah da, kurtuluş da, umut da aynı şeydir. Sonsuz ve ürkütücü bir boşluk.
Tarr’ın filminde konuşmalar azdır ama sessizlikler bağırır.
Her sessizlik, bir Tanrı mezarlığıdır.
Her nefes,........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein