Performans siyaseti

Dünya ayakta. İnsanlar savaşıyor, yürüyor, protesto ediyor, herkes hareket halinde. Kimse karşı tarafı dinleme zahmetine katlanmıyor ve kendi haklılıklarını ikna için algı operasyonlarına öncelik veriyorlar. Ekonomi, siyaset ve toplum hayatı aynı şekilde. Umuttan çok piyasalara korku hakim.

Her sabah bir operasyonla uyanıyoruz. Polis operasyonları, MİT operasyonu sınır ötesi operasyonları, savaş haberleri, terör haberleri, intihar ve cinayet haberleri birbirini izliyor.

Büyük ya da küçük devlet yok, hepsi sorunlu. Siyaset çözüm üretmiyor, sorun üretiyor. Rejim sorun, sınır sorun, iktidar sorun, muhalefet sorun, hepsi sorun üretiyor. Ve siyasetin hastalığı, ekonomiye, medyayı, sivil topluma da sirayet ediyor. Büyük devletlerin de küçük devletlerin de herkesin kendi ölçeğinde büyük sorunları var.

Sahi, devletlerin büyüklüğü neye göre ölçülür? Nüfusuna göre mi, toprak büyüklüğüne mi, askeri gücüne mi, ekonomik büyüklüne mi, geçmişine, uzun ömürlü bir devlet olmasına mı, adil olmasına göre mi ölçülmelidir. Aslında bütün parametrelerde sorun var. Türkiye bu ölçeklemeler içinde, her anlamda sorunlar yumağının içinde yer alıyor.

Her tarafa saçılan mavi boncuklar, dün bize zaman kazandırsa, hareket alanı kazandırsa da artık fırsat değil risk oluşturuyor. Her gün açılışlar, vaatler sonunda toplum siyasetten her geçen gün daha fazla performans bekler hale gelmiştir. Bunun tabii sonucu olarak da iktidar da muhalefette “eli ayağı boş değil, tuttuğu iş değil” bir hareketlilik içinde. “Dostlar alışverişte görsün” diye yapılan işler de artık toplumda kabak tadı vermeye başladı. Bugün AK Parti'nin başını çektiği “Büyükşehir çalışıyor, 100 günde 100 temel” türü kampanyalar artık inandırıcılığını, ciddiyetini kaybettiği için toplum nezdinde bir itibar görmüyor.

Türkiye’de siyaseti, gerilim siyaseti ile performans siyaseti arasında can çekişmektedir. Toplumun siyasetten beklenti düzeyi giderek düşmektedir. Türkiye siyasetinin temel meselesi, PKK üzerinden güvenlik, FETÖ üzerinden uluslararası vesayet, İslam ve Kemalizm üzerinden rejim sorunu gibi gösterilse de, asıl sorun adalet, ahlak temellidir. Aile konusu da gençlik sorunu da uyuşturucu ve fuhuş sorununun temelinde de Adalet ve Ahlak sorunu bulunmaktadır. Ekonomi, Maarif, Barış, Hürriyet konusu hepsi bunların gölgesinde kalmaktadır.

AK Parti 2010’ların başında bu konuları daha samimi bir şekilde konuşabiliyordu. Ama artık eleştirmeyi bırakın soru sormak, hatta konuşmak bile FETÖ’cü, PKK sempatizanı suçlamasına sebep olabiliyor. AK Parti, oy kaybetmeye başlamasından bu yana, aslında her seçimden sonra “mesajı aldık, gerekeni yapacağız” demesine rağmen, bir türlü bu sözünün gereğini yerine getiremedi. Hep erteledi ne programında ne teşkilatında ne kadrosunda ciddi bir yenilenmeye gidemedi. Türkiye bugün kişi başına milli gelirde Brunai sultanlığındaki kıskandıracak bir zenginliğe sahip olanlarla kişi başına gelirde Bangladeş’i hatırlatan bir hayat standardına doğru sürüklenen kalabalıklar arasına sıkışmış bir ülke durumundadır. Bu durum giderek dünyanın başka bölgelerine de yayılan bir durum. Ve bu politikacılar Globalreset’çilerin dayattıkları politikalar karşısında kendi halklarından gelen eleştirileri duymazdan geliyorlar. Bu konulara girdiğinizde politikacılar robotlaşıyor. Bir makineye karşı koşuyor gibi hissediyorsunuz kendinizi... ABD seçimlerinde de bunu görüyorsunuz. Demokratların ve Cumhuriyetçilerin çoğu kendilerine yalan söylenmesinden bıkmış durumda. Bu arada sıkışıp kalan kalabalıklara göre Biden gitti, Kamala geldi, politikalar değişmeyecek. Zaten kararları veren kişi Biden........

© Elips Haber