‘Hayır’ diyebilmek!

Suriye olayından sonra, PYD konusunda gelinen noktada, Gazze ve Filistin konusunda, NATO ile ilişkilerimizde, AB ile yolculuğumuza, BOP ile birlikte yol yürümemizde, Uluslararası sistemle birlikteliğimizde kritik soru şu: telif edilen şartlara karşı duruşumuz ne olacak, HAYIR diyebilecek miyiz.

Her ülkede iktidar var. O ülkenin adil, meşru bir yönetim oluşturup oluşturmaması Muhalefetin varlığı ile ilgilidir. Uluslararası ilişkilerde, bu ilişkilerin meşru bir zeminde yürüyüp yürümemesinin en önemli göstergesi, taraf olarak, önümüze konulan şartlara HAYIR diyebilme cesaret, irade ve özgürlüğü ile ilgilidir. Eğer “Akvaryum balığı” muamelesi görüyorsanız ya da “oltaya takılan balık” gibi görülüyorsanız, artık isterlerse yemlemeye bile gerek görmezler. Eğer siz ve çevreniz tehdit ve şantaja açıksa, yapacak bir şey yok. Onların açtığı yoldan, gösterdiği istikamette yürümek zorundasınız, dilinizle hangi şarkıyı söylerseniz söyleyin. Onun için politikacıların söylediklerine kulak verirken gözlerinizle ayaklarına bakın, o ayaklar nereye gidiyor ona dikkat edin bakalım ne göreceksiniz! Bunlar İsraille en tehlikeli anlaşmaları imzaladıkları gün, dilleri ile İsraile karşı en sert demeçleri verebilirler. İsrail de bunu anlayışla karşılar. Onlar ne dediğinize değil, ne yaptığınıza bakarlar. Onlar da bir kayıkçı kavgasına girip, en sert şekilde sizi protesto edebilirler. Bu tür işler “diplomasi münafıklığı”nın adetindendir.

Dine giriş daha ilk adımda “Hayır: LA” demekle, muhalefetle başlar. Bakmayın birilerinin size vefa, sadakat diye İteati dayatmasına. Hiç kimseye RAİNA demeyin, UNZURNA deyin. Yoksa TEB’A ve REAYA’ya dönüştürürler sizi. Bir adım sonra o din ve devlet adamları İlahınız ve Rabbiniz olarak çıkar karşınıza. Ve devam ederiz,”… İLLALLAH” diye. Ancak Allaha kulluk ederiz, kula kulluk etmeyiz.

Bakın, madem RED’le başlıyoruz, aynı şekilde, Peygamberlerin yaşadığı dönemde, Ona karşı çıkan, peygamberlerin de kendilerine karşı çıktığı, din ve devlet büyüklerine, ilim ve makam ve servet sahiplerine bakın. Onlar gibi olmayın, onlara yardım ve yataklık etmeyin. Onlardan uzak durun. Yoksa onları yakacak olan ateş, size de dokunur.

Onlar “İNS’in ŞEYTAN’LARI”dırlar. Onlar FİRAVUN, NEMRUT, KARUN, BELAM, HAMAN, CALUD, EBU CEHİL, EBU LEHEB’lerin zihniyet ikizi’dirler. Bakın, onlardan uzaklaşmadan, onlara yakınlık duyarken Müslüman olduğumuzu söyleyemeyiz. İman ile şirk, Adaletle zulüm, aynı yerde buluşamaz. Bizim Müslümanlığımızda bir sorun var. Bütün suç Şeytan’da ya da onun dostlarında değil. Şeytan Şeytanlığını yapıyor. Şeytan’ın varlığı suç işlememizin bahanesi olamaz. Şeytan kendi suçunun cezasını çekecek, biz de Şeytan’a uymamızın cezasını çekeceğiz. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Yoksa ışık gelince karanlık yok olur. Hak gelince batıl zail olur. Şunu görelim atık, bizim yoksulluğumuz, ötekilerin zenginliği kadar büyük, ya da şöyle de diyebiliriz, onların zenginliği bizim yoksulluğumuz kadar büyük. Bizim Allah’ımız var, onların Şeytanı. Aslında biz çok çok daha güçlüyüz.........

© Elips Haber