Free Zone, Holding ve ÇVÖ anlaşmaları üçgeninde fon akımlarının vergisel yapılandırılması

Burcu ALPTEKİN

Vergi Müfettişi

Uluslararası vergi mimarisinin özellikle 2010 sonrası dönemde OECD/G20 ekseninde meydana gelen normatif dönüşümle birlikte geçirdiği yapısal kırılma, fon akımlarının küresel düzeyde yalnızca sermaye hareketleri, yatırım stratejileri veya ekonomik büyüme parametreleri üzerinden değerlendirildiği klasik paradigmanın giderek anlamını yitirdiği, bunun yerine fonun hangi varlık sınıfında bulunduğundan bağımsız olarak hangi hukuki kabuk içinde taşındığı, hangi bölgesel ekonomik alanlarda substance (gerçek faaliyet (ekonomik içerik) üretildiği, hangi holding merkezlerinde sermaye kazançlarının kristalize edildiği ve hangi çifte vergilendirme anlaşmaları üzerinden taşınarak nihai yatırımcıya ulaştığı gibi katmanları iç içe geçiren çok boyutlu yeni bir analitik zemine evrildiği bir dönemi ifade etmekte; bu yeni dönem, serbest bölgelerin yalnızca üretim ve ihracat odaklı operasyonel merkezler değil, uluslararası vergi düzenlemeleri karşısında ekonomik gerçeklik yaratma kapasitesine sahip “substance nodları” olarak fonksiyon kazandığı, holding yapılanmalarının vergi avantajı arayışının ötesine geçerek sermaye dağıtım mekanizmalarının koordinasyon motoru hâline geldiği ve çifte vergilendirme anlaşmalarının bir yandan vergi yükünü minimize ederken diğer yandan fon akışının yönünü, süresini, maliyetini ve hukuki risk profilini belirleyen uluslararası bir trafik sistemi gibi çalıştığı çok katmanlı bir düzen yaratmış; özellikle Pillar Two sonrası dönemde küresel asgari vergi tartışmalarının, düşük vergili serbest bölgelerin cazibesini mutlak olarak ortadan kaldırmak bir yana, bu bölgelerde daha yüksek düzeyde substance (gerçek faaliyet (ekonomik içerik) üretimini zorunlu hâle getirerek rekabetin şeklini değiştirdiği; dolayısıyla fon yönlendirme stratejilerinin artık salt oran kıyaslamalarına değil, serbest bölge-holding-ÇVÖ üçgeninde yaratılan bütünleşik vergi mimarisinin derinliğine, uyumluluğuna, hukuki istikrarına ve operasyonel tutarlılığına bağlı olarak şekillendiği; bu yapısal dönüşümün ulusal ekonomiler açısından bir tehdit değil, tam tersine doğru kurgulandığında fon akımlarını çeken, sermaye dağıtım ağlarında merkezileşen, üretim-ticaret-finans üçlüsünü bütünleyen yeni nesil rekabet üstünlükleri yaratabileceği gerçeğini ortaya koyduğu görülmektedir.

Kavramsal ve Teorik Çerçeve

Fon hareketlerinin modern uluslararası vergi düzeni içindeki konumunu açıklamak amacıyla geliştirilen kavramsal çerçeveler, geçmişte “low tax jurisdiction seçimi” (düşük vergi bölgesi seçimi) ve “treaty shopping” (anlaşma alışverişi (avantajlı anlaşma seçimi) odaklı nispeten lineer modeller üzerinden yürütülmekteyken, günümüzde fonun bir ülkeden çıkışından başka bir ülkede değer kazanımına kadar geçen tüm aşamaların serbest bölgelerde oluşturulan fiziksel/operasyonel altyapı, holding merkezlerinde kurulan hukuki-stratejik koordinasyon ve çift taraflı/veri temelli bilgi değişimi mekanizmalarıyla güçlenen ÇVÖ ağları çerçevesinde yeniden kurgulanması gerektiğini ortaya koymakta; zira serbest bölgeler artık yalnızca üretim maliyetlerini düşüren alanlar değil, fon akımının asgari vergi düzenlemelerine karşı korunmasını sağlayan ekonomik gerçeklik üretme merkezleri olarak işlev görmekte, holding yapılanmaları yalnızca temettü akışını optimize eden pasif kabuklar olmaktan çıkarak, global tahsis kuralları çerçevesinde finansal varlıkların nerede, nasıl, hangi risk profiliyle değerlendirileceğine dair stratejik kararların koordinasyon noktası hâline gelmekte ve ÇVÖ anlaşmaları artık salt stopaj oranı avantajı sağlayan belgeler değil, fonun hukuki güvenliğini, yatırımcının mukimlik statüsünü, transfer edilebilirlik koşullarını ve vergi sonrası net getiriyi belirleyen uluslararası sözleşmeler sistemi niteliğini kazanmaktadır; bu nedenle çağdaş uluslararası vergi planlaması, üçlü yapının eş zamanlı ve eşgüdümlü işlediği dinamik bir “vergisel ekosistem” modeli üzerinden anlaşılmalı, fon hareketlerinin yalnızca maliyet düşürme aracı olarak değil, yatırımcı davranışlarını, ticari faaliyetlerin lokasyon stratejilerini ve ülkeler arası sermaye rekabetini şekillendiren bir üst düzey ekonomik mühendislik alanı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Uluslarüstü Düzenler, OECD, AB, UN;

Uluslararası literatürün serbest bölgeler, holding yapılanmaları ve çifte vergilendirme anlaşmalarını ayrı kategorilerde değerlendirmekten giderek uzaklaşarak bunları ortak bir fon akımı perspektifi içinde ele alma eğilimi özellikle BEPS süreci ve onu izleyen Pillar Two reformlarıyla birlikte belirginleşmiş; OECD’nin BEPS Final Raporları, AB Komisyonu’nun ATAD I–ATAD II yönergeleri, Birleşmiş Milletler’in Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Vergi Rehberi, IMF ve Dünya Bankası’nın cross-border investment raporları ile Uluslararası Ticaret Odası (ICC) ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) raporları incelendiğinde, fon akımlarının yalnızca stopaj avantajları üzerinden değil, ekonomik gerçeklik testleri, anti-abuse (kötüye kullanımı önleyici (düzenleme) mekanizmaları, controlled foreign company (CFC) (kontrol edilen yabancı kurum) kuralları, hybrid mismatch düzenlemeleri (Hibrit Uyumsuzluk Düzenlemeleri), principal purpose test (PPT) (temel amaç testi), limitation on benefits (LOB) (fayda sınırlaması kuralı) hükümleri ve minimum asgari efektif vergi oranı gereklilikleriyle birlikte düşünülmesi gerektiği sonucunun ortaya çıktığı görülmekte; serbest bölgeler bağlamında yapılan araştırmalar free zone’un artık vergi avantajı sağlayan özel alan değil, küresel tedarik zincirlerinin düğüm noktası olduğu; holding yapılanmalarına ilişkin literatürün de sermaye kazancı muafiyetleri, katılım istisnaları ve royalty/interest akımlarının yeniden yapılandırılmasının hukuki meşruiyetle birlikte değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamakta; ÇVÖ anlaşmalarına ilişkin çalışmaların ise treaty shopping olgusunu artık salt vergi kaçakçılığı bağlamında değil, fonun yasal güzergâh seçimini belirleyen meşru stratejik unsur olarak da ele aldığını ortaya koymakta ve tüm bu kavramsal çerçeve bir araya getirildiğinde fon akımlarının modern dönemde serbest bölge-holding-ÇVÖ üçgenini ayrılmaz bir bütün olarak ele alan yeni nesil analizlere duyulan ihtiyacı şahsi kanaatimizce açıkça göstermektedir.

Serbest bölgeler, holding yapılanmaları ve çifte vergilendirme anlaşmalarının kesişim noktasına ilişkin çağdaş literatür, özellikle 2018 sonrası dönemde giderek artan şekilde fon hareketlerinin bölgesel kümelenme dinamikleri, hukuki esneklik kapasitesi, anlaşma ağlarının topolojik yapısı ve çok katmanlı vergi avantajı dizilerinin eşzamanlı işlediği karmaşık yapıların analizine yönelmiş; örneğin serbest bölgelerin dönüşümüne odaklanan çalışmalarda, bu bölgelerin yalnızca ihracat odaklı üretim ve ticaret faaliyetlerini içeren geleneksel yapılar olmaktan çıkarak, Pillar Two sonrasında gerçek faaliyet, çalışan niteliği, sabit yatırım bileşenleri, AR-GE kapasitesi ve dijital tedarik zincirlerinin koordinasyonu gibi unsurları içeren “yüksek gerçek faaliyet gerektiren mikro-ekonomik ekosistemler” hâline geldiği; holding yapılarına ilişkin araştırmalarda, klasik holding kavramının vergi avantajı sağlayan pasif kabuk olmaktan çıkıp, finansal varlıkların coğrafi dağılımını, sermaye çıkış giriş hızlarını, şirketler arası borçlanma modellerini, royalty akışlarını, fikrî mülkiyet konumlandırmasını ve sermaye kazancı zamanlamasını yöneten stratejik merkezlere dönüştüğü; çifte vergilendirme anlaşmaları literatüründe ise anlaşma ağının artık yalnızca stopaj oranlarının indirildiği ikili metinler değil, anti-abuse hükümleri (kötüye kullanımı önleyici (düzenleme) (PPT, LOB, anti-fragmentation parçalamayı önleme (kuralı)), bilgi değişimi, karşılıklı anlaşma prosedürleri, çok taraflı anlaşma (MLI) etkileşimi ve dijital ekonomi vergi kuralları ile birlikte dinamik bir uluslararası yönlendirme sistemi olarak görüldüğü ifade edilmekte; tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde literatür, gayet tabii denilebilir ki; fon akımlarının yalnızca vergi avantajı içeren noktalara yöneldiği eski........

© Ekonomim