Anakronizm

Marksizm ülkeye 1960’larda girdi. Öncesi bireysel mücadeleler dışında neredeyse yok hükmündedir ve 30 sene boyunca neredeyse 500 kişiyle sınırlıdır. 1960’lardaki hızlı yaygınlaşmanın iki özel durumu vardı. Bir, Marksizm, olsa olsa 30-40 yıl önce okunması mantıklı olacak çalışmaların çevrilmesiyle geldi. Öncesinde kitap okunmadığı –çeviri olmadığı- için 30-40 yıllık gecikmenin farkına varılamadı. “Sanki güncelmiş” gibi gelen bir dalga ortalığı kapladı. Zaten 20. Yüzyıl tarihinin ilgili bölümü yaşanmış bir tarih olmadığı için gençlerin durumu değerlendirmeleri mümkün değildi veya zordu. İki, bu dalga 1960’ların III. Dünya hareketi, Küba, Vietnam üzerine geldi. Özellikle 1967 sonrası Latin Amerika kaynaklı literatürün hızla çevrilmesi, Che’nin popülerleşmesi, 1968 gibi olaylar üst üste bindi. Bir taraftan arkaik metinler, diğer taraftan Latin rüzgârı ve bağlantısızlar hareketinin etkisi. Sonuç şu oldu: Çevrilen ve yayılan Marksizm eskimiş ve yaşanmış bir tarihin tortusuyken yeni olan şey “nasıl devrim yapılır” kılavuzu idi. Başka türlü olabilir miydi? Sanmıyorum. Esasen insanların “biz mücadele ederken ve hapislerde yatarken savunduğumuz tezler eskimiş” demelerini beklememek gerekiyor. Böyle düşünmeleri mümkün değildi ve ne düşünüyorlarsa, ne biliyorlarsa onu naklettiler.

Arkaik derken... Örneğin Birikim dergisi çıkarken Fransa’da Althusser etkisinin bitişi tartışılıyordu. 1975’teki ilk çıkışında sadece 10-12 yıllık gecikmesi olan Birikim bazılarına siyasal kültür dergisi olarak ilaç gibi geldi ve bu dahi trajikomiktir aslında. Bu kadarcık (az) gecikme yenilik demekti. Öyle herkesin okuyabileceği bir dergi de değildi. Bir tarafta ‘halkımıza’ margarini bedava dağıtmak için kamyon çalma pratiği, diğer tarafta Castoriadis falan. Her şey zamanında olmalı. Bugünün........

© Ekonomim