Ezberciliğin rehaveti…

Geçen hafta bu köşedeki yazımı, Diyanet İşleri Başkanı ve Başkanlığının ilgili günlerde Atatürk’ün ismini 30 Ağustos hutbesinde, yine, anmamış olmasına ayırmıştım. Zira, keyfiyet tesadüf olmaya müsait olmayacak bir sıklık ve “istikrar” ile tekrar etmekteydi. Sayın Diyanet İşleri Başkanı’nı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Atatürk’ü sosyal medya mesajlarına “sığdırmaya” çalışması da açıkça kamuoyuna rahatsızlık veriyordu. Bu bağlamda hafızasını, zikrini ve niyazını yatsıdan evvel toparlayarak, Cumhurbaşkanlığında düzenlenen törende, durumu geç de olsa telafisi geç kalmış ancak zaruri bir hareket olmuştu. Zamanında ve yerinde yapılmış olsa, hiç kuşku yok ülkenin huzur ve beraberliğine olumlu etki edecek olan bu eylem böylelikle, gelen yoğun eleştirilerin baskısıyla ortaya çıkmış bir mecburiyetin ifasına dönüşmüştü.

Yazının içeriğini, daha ziyade, işin felsefesine, bu konularda akıl yürütmenin kuramsal dinamiklerine ve mezkûr konularda neden-sonuç ilişkilerine dair olgusal çerçevenin nasıl kurulabileceğine ayırarak, bu tür meselelere dair okur-yazarlığa katkıda bulunmayı önceliklendirmiştim. Zira ve maalesef memleketin siyaseti “bu tür konular” deyip de geçecek bir hal arz etmiyor. Aynı çerçevedeki meseleler farklı bağlamlarda da olsa sürekli gündemde. Zira mevcut koşullarda siyaset yapmanın, artık sonuç alıcılığı tartışmalı da olsa, en kolay yolu bu. İktidar mevzileri kaybedildikçe, aynı cümleden hareketle muhalefet mevzileri de kazanıldıkça, ilk grup sıkışıklıktan ikincisi rehavetten ezberlerine dönüyor. Kanaatimce, içerisinde bulunduğumuz dönemde, muhalefet algı yönetiminde daha başarılı. Bu “ezberciliğin”, kendileri ne kadar farkında bilmem ama, iktidara daha fazla zararı oluyor. Zira iktidara yakınlık, veya iktidar adına kamuoyunu belirleme, iddiasındaki “hâfızlar”, konuyu, üstelik de küfür kafir, döne döne Cumhuriyetin kuruluş hikâyesine, temel değerlerine ve, en sıkıntılısı da, milletin hâdimi (hizmetkârı), vatanın halâskârı (kurtarıcısı), cumhuriyetin bânîsi (kurucusu), zaferin mimarı başkumandanın, Atatürk’ün, kendisine getiriyor. Dolayısıyla bu konular sürekli siyasetin malzemesi olmakta.

Bugün gelinen noktada söz konusu tezleri canhıraş biçimde savunma işinin profesyonel trollere ve çoğunluğu ağzı bozuk şuursuz fanatiklere kalmış olması sadece bir tespit değil. Türkiye’de İslamcı siyasetin nasıl yola çıktığına, kendi kimliğine dair iddialarına ve benlik algısına bakıldığında ayrıca hazin. Hz. Muhammed’e (S.A.V.): “İnsanların, cennete girmelerine en çok vesile olan şeyler” sorulduğunda cevabın “Allah’tan korkmak ve güzel ahlâk” olduğu düşünüldüğünde hazin olanın temsiliyetinin hüsran olduğu sonucuna varılabilir. Küfürbazlığın hâkim olduğu bir siyasi iklimden güzel ahlâkın neşet edeceğini nasıl........

© Ekonomim