İşler çok tuhaflaştı. Devlet yıllardır hep “günü kurtarmak” ile vatandaş da geçim derdi ile uğraştığı için siyasette olduğu gibi ekonomide de temel sorunlar ve darboğazlar artık tartışma gündeminin tümüyle dışında kaldı. 15 yıldır inatla sürdürdüğümüz yörünge doğruymuş gibi sadece akut hale getirdiğimiz problemlere el yordamıyla bulma zorunda kaldığımız taktik ve konjonktürel çözümlerle günü kurtarmayı başarı sayıyoruz. Üstelik bu taktik çözümler de, tutarlı bir ana programdan türetilmediği ve etki analizi yapılmadan uygulamaya kondukları için, zamanla geçerliğini yitiriyor ve başka problemlere yol açıyor.
KKM’den vergi uygulamalarına, altyapı yatırımlarından eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinde kalite düşüşüne kadar pek çok alanda bunun yüzlerce örneğine rastlamak mümkün. İşin kötüsü hep birlikte bunlarla boğuşur, bunları konuşurken görmezden geldiğimiz ya da yok saydığımız temel sorunlarımız ve darboğazlarımız giderek keskinleşip derinleşiyor. Ne tarım ve sanayi üretimindeki gerileme ne üretimin teknoloji düzeyindeki düşüş, ne de gelir dağılımındaki asimetrinin büyümesi ve yoksulluğun yaygınlaşması ve bunun ekonomiyi hem enflasyona, hem de durgunluğa bağımlı kılma ihtimali gibi korkutucu gelişmeler üzerinde durup tedbir alacak enerjimiz kalmıyor.
Enflasyon bağlamında, gerçekten de bizim ekonomide- tercih edilen model nedeniyle- oluşan “dış kaynağa bağımlılık” niteliğine son yıllarda izlenen hatalı politikalar sonucu “enflasyona bağımlılık” özelliğinin de eklendiğini söylemek hiç de abartılı sayılmaz. Eylül sonu itibariyle yıllık enflasyon TÜİK’e göre I’un biraz üzerinde iken İTO’ya göre % 59, ENAG’a göre yaklaşık . Arada @’a varan bir fark var. Üstelik bu oranlar yaz boyunca süren ve artık sona eren “baz etkisi” sayesinde vardığımız bir düzey. Asıl........