Jeopolitik dediğimiz…

Tarihin debisinin oldukça hızlandığı bir dönemdeyiz, birçok kavram ve düşünce ye­ni gelişmeleri açıklayabilecek kapasiteye sahip değil. Ancak bazıları da eskisinden çok da­ha açıklayıcı, anlamlı ve işlev­sel olarak unutuldukları yerle­rine geri dönüyor; tıpkı “jeopo­litik” gibi. Coğrafya ile siyaset arasındaki bağı tanımlayan bu kavram, uluslararası ilişkiler alanında çalışanlar açısından bir anahtar nite­liğinde. Haritayı önümüze koyup ba­kınca açıklanamazları açıklayan, geç­mişi bugüne bağlayarak geleceği ön­görebilmek için perspektif sunan bir pusulaya kavuşuyoruz.

Bir zamanlar küreselleşme süreci­nin ve teknolojik imkânların da etki­siyle coğrafyadan kopuş sürecinin (de­teritorialization) başladığını, toprak ve mekân bağımlılığının, ulusal sınırla­rın önemsizleşeceğini iddia eden tezler şimdilerde çöp kutusundalar. Dünya­nın her bir karesini uydularla izleyebi­len, kıtalararası silahlarla vurabilen, si­ber alandaki etkinlikleri ile teknolojik sistemleri oyuncak eden süper güçler, bir avuç toprak parçası için yüzbinler­ce askerini, imajını, itibarını, parasını feda edebiliyor.

Görünen o ki, coğrafya­lar üzerindeki rekabet hala küresel po­litikaların merkezinde yer alıyor. Üs­telik sadece toprak alanları değil, şim­dilerde çok daha belirgin bir biçimde deniz alanlarında büyük bir jeopolitik mücadele sergileniyor. Mavi rekabe­tin konsantrasyonu ise sadece batıdan doğuya yani Atlantik’ten Pasifik’e değil kuzeyden güneye kuzey Kutup Arktik bölgesinden Hint Okyanusu’na doğru genişledikçe genişliyor.

Uluslararası ilişkiler alanının önem­li isimlerinden Robert Kaplan, 2010 yılında yazdığı ABD’nin başat güç ko­numunun muhafazasında Hint Okya­nusu’nun önemini anlattığı (Monso­on: The Indian Ocean and the Future of Amertican Power) kitabında küre­sel güçlerin merkez........

© Dünya