Gelecek için bir manifesto: Kısır döngüden çıkış ve büyük sıçrama

“Özgürlük, insanın kendi so­rumluluğunu yüklenmeye cesa­ret ettiği anda başlar.”

- Sören Kierkegaard

Türkiye’nin gündemi, ne ya­zık ki yıllardır değişmeyen, toplumsal enerjimizi tüketen ve geleceğe dair vizyonumuzu kö­relten bir “gürültü” sarmalına hapsolmuş durumda. Televiz­yon ekranlarından sosyal medya akışlarına, kahvehane sohbetle­rinden plaza toplantılarına kadar her yer aynı kelimelerin defalar­ca tekrarıyla dolu: Dolar kuru ne olacak? Merkez Bankası faizi kaç puan artıracak? Hazine’nin nakit dengesi nasıl? Vergi oranları ne kadar hakkaniyetli? Asgari ücre­te yapılacak zam oranı yeter mi ve enflasyonu nasıl etkiler?

Elbette bunlar, hane halkının tenceresini ve işletmelerin bi­lançosunu ilgilendiren bugünün yakıcı gerçekleri. Ancak acı bir hakikati kabul etmek zorundayız: Bu tartışmaların hiçbiri, Türki­ye’ye bir gelecek vizyonu katmı­yor. Bunlar, bir binanın temelini sağlamlaştırmak veya yeni katlar çıkmak yerine, sürekli olarak ça­tısındaki kiremitlerin maliyetini hesaplamaya, patlayan su boru­suna pansuman yapmaya benzi­yor. Biz bu “kısır döngü” içinde, sadece günü kurtarmaya yöne­lik finansal mühendislik hesap­larıyla ve muhasebe detaylarıy­la boğuşurken; dünya bambaşka bir tartışma içinde, medeniyetin kodlarını yeniden yazıyor.

Biz içeride “faiz koridorunu” tartışırken, dışarıda birileri “ya­pay zekâ koridorlarını” inşa edi­yor. Biz asgari ücret pazarlığı ya­parken, dünya “insansız üretimi” konuşuyor. Bu yüzden, bir anlığı­na kulaklarımızı bugünlük gürül­tüye kapatıp, gözlerimizi gelece­ğe, dünyanın asıl gündemine çe­virelim istiyorum.

Geçen hafta küresel piyasa­lar kapandıktan sonra, teknoloji devi Oracle'ın (ORCL) 2025 ma­li yılı ikinci çeyrek sonuçların­da gördüğümüz tablo, bizim kısır tartışmalarımızın ne kadar “kü­çük” kaldığı gerçeği ile bizi baş başa bıraktı.

Oracle’ın açıkladığı rakamlar, analist beklentilerini hisse ba­şına kazanç anlamında sağlayamamış olsa da ileriye dönük projeksi­yonlar baş döndürücüy­dü: 523 milyar dolarlık birikmiş iş hacmi (back­log), yapay zekâ altyapı­sı için harcanan milyar­larca dolarlık sermaye (Capex) ve sadece geçen yılki aynı çeyreğe gö­re 7 büyüyen GPU gelirleri... Bu rakamlar sadece bir şirketin başarısını değil, dünyanın ekse­ninin nasıl kaydığını apaçık gös­teriyordu. Anlık olarak beklenti­leri karşılayamamış olmanın ge­rekçesi ile hisse fiyatında önemli gerilemeler yaşanmış olsa da, ge­leceğe dair önemli bir sinyali de veriyordu. O soğuk finansal tab­loların arasında, zihnim bambaş­ka bir yere, Engin Geçtan’ın o de­rin tespitine gitti:

“Yaşamak kendin olabilmeyi ve etkin biçimde yaşama katılmayı simgeler. Bu, insanın kendi so­rumluluğunu, başka deyişle, ha­yata anlam katma sorumluluğu­nu içerir. Sorumluluğu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar.”

İşte Türkiye'nin asıl sınavı, kur veya faiz değil, bana göre bu noktada düğümleniyor. Teknolo­ji üretmeyi, sadece ekonomik bir tercih değil; bir ulusun “kendi ola­bilme”, küresel sisteme “etkin bi­çimde katılma” ve kendi gelece­ğinin “sorumluluğunu alma” me­selesi olarak görüyorum. Çünkü 21. yüzyılda verisini (data), çipini, yapay zekasını ve enerjisini kendi yönetemeyen bir ulusun tam an­lamıyla “özgür” olması, dolayısıy­la “korkusuzca” geleceğe bakabil­mesi neredeyse imkânsızdır.

Bu makalede, Oracle’ın bi­lançosundan yola çıkarak küre­sel teknoloji ligindeki acımasız tabloyu, Türkiye’nin bu tabloda­ki yerini ve nasıl bir “teknolojik sıçrama” (leapfrog) yaparak bu sorumluluğu üstlenebileceğini tartışacağım.

Dünyanın teknolojik........

© Dünya