Amerikalı iktisatçı Peter Boettke yazıyor:
‘’Kadim efsaneye göre, bir Roma imparatorundan şarkı söyleme yarışmasına katılan iki kişi arasında karar vermesi istenmiş. İmparator ilk yarışmacıyı dinledikten sonra, ikincinin ilkinden daha kötü olamayacağı varsayımıyla, ödülü ikinci yarışmacıya vermiş. Oysa bu varsayım kesinlikle yanlış olabilirdi, çünkü belki ikinci yarışmacı ilkinden daha da kötüydü. İktisattaki ’piyasa başarısızlığı’ teorisi de imparatorla aynı hatayı yapmıştır. Piyasa ekonomisinin genel rekabet dengesiyle ilgili ideallere ulaşamadığının gösterilmesi bir şeydir, kamusal faaliyetin bu başarısızlığı maliyetsiz olarak düzeltebileceğini ileri sürmek tamamen başka bir şey. Ne yazık ki, bu yolda çok analitik çaba gösterilmiştir. Oysa 1960’larda birçok bilim insanı siyasî sektöre ilişkin bu romantik vizyonun balonunu patlatmıştır. Fakat akademik ilginin (bu yöne] kaymasının onurunu hak edenler James Buchanan ve Gordon Tullock’tur.’’ (Living Economics, 2002, s. 249)
Evet, 60’lı yıllarda bilim dünyasında ve siyasetçiler, kamu politikaları uzmanları ve bürokratlar arasında siyasete ilişkin olarak romantik bir görüş hâkimdi ve bu durum aslında İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda başlamıştı. James Buchanan’a göre, hükümetin sosyal problemleri diğerkâmcı bir şekilde çözen bir kolektif karar verme süreci olduğu görüşü hem siyaset teorisinde hem de iktisatta uzun bir geçmişi olan romantik bir gelenektir. Hemen hemen herkes bütün toplumsal sorunların siyasal faaliyet yoluyla -yani devlet eliyle- kolaylıkla çözülebileceğine inanılıyordu.
Kısaca devletçilikti bu. Norman Barry’nin 80’li yıllarda yazdığı gibi, Büyük Savaş sonrasında Avrupa’da baskın olan ‘’sosyal demokrat konsensus’’ devlete duyulan aşırı bir güveni yansıtıyordu.
Siyasete romantik bakış kendisini iki farklı şekilde gösteriyordu. İlk olarak, seçilmiş -ve dolayısıyla ‘’halkı temsil eden’’- siyasetçiler ile kamu politikalarını uygulayan bürokratlar kişisel çıkar gütmeyen ve sadece ‘’kamu yararı’’na hizmet eden meleklermiş gibi tasarlanıyordu. Seçilmiş olduklarına göre halkın çıkarlarını temsil ettiklerine şüphe yoktu. Düzenli, açık ve adil seçimlerle belirlendikleri sürece, toplum iradesini ortaya koymuş olacak ve hükümet bu iradeyi hayata geçirecekti. Demokratik hükümetler yurttaşları temsil ettiklerine göre, onlara karşı sorumluydular ve en azından bu nedenle onların yararına hareket ederlerdi. Buna karşılık, özel alanlarında ve piyasada iş ve işlem yapan bireyleri motive eden kişisel çıkar........