‘Önden Gidenler’ kervanını düşünürken

Bir neslin kalan son temsilcileri, birer birer aramızdan ayrılıyor. Gidenlerin ardından eleştirel, sert sesler de işittik ve gördük. Eleştirenlerin, bulundukları noktadan, eleştirdikleri metin sahiplerinden edindikleri birikimle onların yazdıkları zamanların “zor zamanlar” olduğunu idrak etmeksizin bu uygunsuzlukları yaptıklarını düşünüyorum. “Önden Gidenler” eleştirilemez demiyorum. Olması gereken, onlara, yaşadıkları zaman aralığındaki imkânlar ve özgürlüklerin sınırlılığı üzerinden bakabilmektir.

30’lu ve 40’lı yıllarda doğup kültür ve medeniyet birikimimizi görünür kılmaya yönelenler, kullanabilecekleri bir dil ve yeterli kelime bulamadılar. Alfabe değişikliği ve dilde sadeleştirme soykırımı ile kültür ve medeniyet burçlarının yerle bir edildiği, çorak ve verimsiz bir kültür ortamına doğmuşlardı. Cemil Meriç’in ‘Mağaradakiler’deki ifadesiyle “Harf devrimi, kütüphanelerimizi dilsizleştirmişti. Tekparti, çelik bir korse giydirmişti şuura.” Meriç’ten emanetle düşmanın teslim alamadığı tek kale, “Hafıza yani dil, harf inkılabıyla yok edilmiş; kütüphaneler tuğla yığınına dönmüş, dilsizleşmiş ve irfanımızı kadimle ilişkilendiren köprüler uçmuştur. Hiçbir ülkenin eşine rastlamadığı bir Vandalizm’e inkılâp adı verilir.” ve aramızdan ayrılan o dönemin öncüleri böyle bir vasatta yetişirler. 70’li yıllarda dil ve kültürde dayatılan Vandalizm’in son kırıntılarına, 1950’li ve 60’lı yıllarda doğanlar da maruz kaldı. Son temsilcilerini uğurladığımız ve İslamcı, dindar, muhafazakâr, milliyetçi hareket çevresi ile irtibatlandırdığımız nesli eleştirirken kültür ve medeniyet değişimi sürecinde tedavi edilme adına aldıkları serumla hayat boyu süren bir komadan uyandıklarını göz ardı etmemek gerek (ki ben de zaman zaman eleştiri kantarının topuzunu kaçıranlardanım).

Batı, kültür ve medeniyetiyle ilişki kurmak için kutsal metinlerinden hareketle dillerini ihya ederken bu coğrafyada kendilerini aydın olarak niteleyenler ve 20. yüzyıl başında devleti yeniden yapılandıranlar, dilde tasfiye ve kelimesiz bir dünya kurmaya yeltendiler (başka bir yazının konusudur).

Kâmus ve Âkif’le yaşamak

D. Mehmet Doğan ağabeyin vefat haberini aldığımda internet ve telefon bağlantısının sıkıntılı, televizyon yayınının olmadığı bir orman kampındaydım. Sanırım akşamüzeri kasabaya indiğimde, telefona düşen mesajlardan öğrendim. Rahmet olsun.

1930 ve 1940’lı yıllarda doğan, 1950-1960 sonrası doğumluların düşünce dünyalarının inşasında etkili olan üstatlar ve ağabeyler peyderpey aramızdan ayrılıyorlar. Merhum Erdem Beyazıt ağabeyin “Onlar gittiler/Yalnız bir yemin kaldı aramızda/Ben şimdi bu yanda/Kasılmış çıplak bir kurşun........

© Diriliş Postası