Ekonomik zorluklar arttıkça gıda ve beslenme konularında suiistimaller de artıyor. Alım gücü zayıflayan tüketiciye, taklit ve tağşiş muadiller sunan uyanıklar piyasaya çıkıyor.
Yine böyle zamanlardan geçiyoruz.
Zor zamanlar…
İnşallah en kısa zamanda ve en az zayiatla bu günleri de atlatırız.
Şimdi, kısaca konumuza dönelim.
Soru şu: Türkiye gerçekten bozuk ürün cenneti mi, birileri bu güzel ülkeyi başıboş mu zannediyor, kabile devletiyle karıştıran gafiller mi var aramızda?
Aslında cevap olarak “hepsi” diyebileceğimiz durumla karşı karşıyayız.
Bakanlık makamlarınca denetim rakamları açıklanıyor, raporlar yayınlanıyor. Bunları okuyunca “Türkiye’de sahtekârların kökü kazınacak, taklit ve tağşiş bitti.” diyecek oluyorsunuz.
Ancak diğer taraftan gün olmuyor ki jandarma baskınları, polis uygulamaları, zabıta denetimleri yeni bir skandalı ortaya çıkarmasın.
Olumsuzluklar birbirini takip ediyor.
Domuz etinden at etine, eşek etinden bufalo etine, süt görmemiş peynirden bozuk sucuğa, şekerlemeden dondurma görünümlü buz kimyasallarına kadar çok sayıda tehlikeyle karşı karşıyayız.
Ülkemizin geleceği diye övündüğümüz, iki gözümüz gibi üzerine titrememiz gereken gençler tehlike altında.
Bol katkılı sözde gıdalarla minik bedenleri kendi ellerimizle hasta ediyoruz.........