Bölgemiz, Amerikan/İsrail terör saldırısı altında.
Bu bağlamda Türkiye de elbette ki kritik bir süreçten geçiyor.
Savaşın kapımıza dayandığı bu süreçte “iç cephenin” tahkimi büyük bir önem taşıyor.
29 Ekim resepsiyonunda bu hususa özel bir atıfta bulunan Sayın Cumhurbaşkanı’nın şu sözleri, meselenin ehemmiyetini açık bir şekilde gösteriyor zaten.
“İç cepheyi sağlam tuttukça ne terör örgütleri ne de onları besleyip semirterek üzerimize salan şer güçleri emellerine ulaşamayacaktır!”
Erdoğan, aynı günkü konuşmasında Devlet Bahçeli’nin istisnasız herkesi afallatan çıkışına, “devlet aklı” tanımlamasıyla destek vermekle kalmadı ve AK Parti grup toplantısında; “Cumhur İttifakı ortağımız MHP'nin tüm vücudunu taşın altına koymasıyla büyük bir imkân ele geçirdik. Bu fırsat penceresinin, iç cepheyi güçlendirme fırsatının, millet ve milletin meşru temsilcisi siyaset kurumu tarafından iyi değerlendirilmesi gerekiyor…” diyerek meseleye yaklaşımını net bir şekilde ortaya koydu.
İktidarın bu meseleye dair tavrı hayli net iken muhalefetin kafası da bir o kadar karışık.
Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Bahçeli, savaşın kapımıza dayandığı mahut süreçte devlet adamlığının gereğini yerine getirerek muhtemel bir krizde “iç cepheyi” sağlam tutabilmek için ne gerekiyorsa onu yapmakta kararlı…
Gelişmelere bu açıdan bakıldığında görülen şudur; devlet gücünü ve sorumluluğunu elinde tutan iktidar, ülkeyi fırtınalı bir sürecin sonunda sahil-i selamete çıkarabilmek ve yaslandığı millet iradesinin tüm dinamiklerini harekete geçirebilmek için “tartışmalı” görünen en hassas noktalara bile temas etmekten çekinmiyor.
Bu yüzden de iç ve dış unsurları değil, doğrudan milleti muhatap alıyor.
Buna mukabil muhalif cephe ne........