menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Küresel jeopolitik çerçeve; Türkiye’nin dünya sahnesine çıkışı

7 0
28.11.2025

İman varsa imkân vardır.

Mefkûremiz göklerde dalgalanan bir sancak; Allah'ın huzurunda eğiliriz biz ancak.

İki kutuplu dünya düzeninin kalıplaşmış ancak son kullanım tarihi geçmiş mantığı, felsefesi ve değerleriyle zihni ve ruhi özünü kaybetmiş Batı'ya özenti ve tapınma altındaki müstemleke tipi gazeteci –yazar, milli değerlerine yabancılaşmış Kemalist zümre tapınıcısı akademik kitle ile bir şey yapılamaz, bir yere varılamaz. Bunların yaptıkları analizler “halamın bıyıkları olsa amcam olurdu” tarzında yavan, derinliksiz ve kimliksiz boş analizlerdir. Sömürge kafalı bu aydınların öngörüleri, teklifleri ve çözüm yolları yol değildir, hiçbir şekilde kurtarıcı değildir. Bu mantık sebebiyle Türkiye, 100 seneden beri fetret devri yaşamaktadır, yerinde saymaktadır.

1402 Timur faciasından sonra Türkiye, 50 sene sürmeyen bir fetret yaşamış, devlet hızla toparlanarak 1453’de İstanbul’u fethederek tarih sahnesine yeniden çıkmıştır. Hâlbuki 1908’de yapılan Yahudi destekli/yönetimli askeri darbeden sonra Türkiye, 117 seneden beri toparlanamamış çok uzun zaman geçmesine rağmen kendine gelememiştir. Bu darbe, adeta imparatorluğu dağıtmak için hareket etmiş, milletimizi tarih sahnesinden çekmiş, 100 senden beri bölünme korkusu ile yaşayan; yarı narkozlu, cılız düşünce melekeli ülke haline getirmiştir.

Milli İslami şuur, cihat ruhu terk edilmiş, manevi eğitim ortadan kalkmış, İslam dünyasının kılıcı olma şuuru kaybolmuştur. Herhangi bir insan olarak bile insanın kalbinin dayanamayacağı acıları yaşayan, gaddarca katledilen Gazze, Filistin, Lübnan, Suriye ve D. Türkistan’da işlenen zulüm ve cinayetleri çizgi film gibi izlemiş, “bana ne Filistin’den, “bana ne Suriye’den” diyebilen insanlar türemiştir. Bu durum, Türkiye’nin ahlaken ve manen iflası manasına gelmektedir. Artık bu gidişe son vermenin zamanı gelmiştir.

Anayasanın felsefesinden başlayarak işe başlanmalı, hiçbir endişeye kapılmadan cesaretle her şey değiştirilmeli, bin yıldan beri milletimizin ruhunu oluşturan tarihi-milli ve İslami değerlere geri dönülmelidir. 100 seneden beri milletimiz bilinçli bir şekilde yumuşak lokma haline getirilmeye çalışılmış eceli gelmeden ruhumuzu öldürecek zehir verilmiştir. Bu milleti hızla toparlayacak hatta insanlığı düştüğü bu felaketten kurtaracak yol, milletimizin tarih boyunca izlediği yoldur.

Gazze’ye 18 Mart 2025 Salı gecesi İsrail’in yaptığı saldırıdan sonra İbrahim Karagül Bey şöyle bir paylaşımda bulunmuş:

“Müslüman ülkeler, toplumlar, gruplar. Birleşmiş Milletleri şikâyet mercii görmeyi artık bıraksın. Öyle bir yapı yok. Öyle bir güç yok. BM’ye şikâyet etmekle bir şey yapmış olmuyorsunuz. Bu bir yanılsama, bu bir göz boyama, bu hiçbir şey yapmamanın örtülü hali. Daha güçlü cümlelere, daha güçlü eylemlere, daha güçlü silâhlara yönelin. Kendinizi kandırmayı bırakın.”

Bu ifadenin manası nedir?

1945’de Yalta’da kurulmuş düzen ve Batı’nın kurduğu kurumlar çökmüştür; çürümüştür. Bizzat kendileri çürütmüştür. Kendileri bile inanmadıkları bir düzen kurmuşlardır. Polonya Başbakanı Donald Tusk: (Şubat 2018) Şöyle söylüyor; “Türkiye hiçbir Avrupa ülkesini tehdit edemez! Ankara komşularının toprak bütünlüğüne saygı duymalı.” (Ekim 2019)

Göçmenlerin silahlandırılması kabul edilemez. Türkler mültecileri şantaj unsuru olarak kullanmasın.” (Mart 2025)

Avrupa'da istikrar sağlanması için Türkiye'nin daha fazla rol oynaması şart.”

Böyle bir çelişki, böyle bir savrulma normal kabul edilebilir mi? Bunların ipi ile kuyuya inilebilir mi?

Batının kurduğu demokratik düzen hakkında demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’nin başbakanı aynen şöyle söylüyor: “Demokrasi, diğerleri hariç bütün yönetim biçimlerinin en kötüsüdür.” Winston Churchill.

Demek ki demokrasi, idealler rejimi değilmiş. Demek ki demokrasi, şişirilmiş bir balonmuş.

Başka bir düşünür şöyle diyor: “İnsan hayattaki var olma amacını bulamadığı takdirde, kendini hazlarla cezalandırır.’' Batı toplumu, mutluluk için yeni hazlar ararken sapıtmıştır. Bu sistemi idealize etmenin mantığı olabilir mi?

Bu yapının insanlığa huzur getirmeyeceği, insanlığın entrika üzerinden idare edilemeyeceği anlaşılmıştır.

İZZEDDİN EL KASSAM şöyle diyor: “Müslümanlar! Cihad ettikleri dönemlerde aziz, cihadı terk ettiklerinde ise zelil olmuşlardır.”

Dikkat edilirse daha cihada başlamadık cihat için silah yapmaya başladık derhal yükselişe geçtik.

Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi limana getirip getirmediğine bakar...Türkiye, dalgaları yıkacak yeni bir anlayışla cihad meydanında yerini almalıdır. Son 200 senenin zilletini üzerinden atmalıdır.

Bu eksende son 350 yılda olan-biteni hızlı bir şekilde değerlendirerek işe başlamak gereklidir:

Son üç asırdan beri küresel sermayeyi Yahudiler idare etmektedir, bütün insanlığı tek finans sisteminin hâkimiyeti altına aldılar. İngiliz ve Amerikan merkez bankalarını ele geçirdiler. ABD’yi kurdular. Birçok ülkenin merkez bankasını hâkimiyetleri altına aldılar, Avrupa'nın kraliyet ailelerinin zenginliklerini ve Papalık sermayesini işletmeye başladılar. Bankacılık sistemini ve bunlar arasındaki irtibatı sağlayan ŞİFTH (SWIFT) sistemini icat ettiler. Kendilerini desteklemek üzere diğer milletleri de içine aldıkları menfaat ve ideolojik temelli mason localarını kurdular. Bu yapılar üzerinden görünmeyen (Gizli Dünya Devleti) bir devlet inşa ettiler. Bütün devletleri ve devlet adamlarını yöneten bir ağ oluşturdular. Bütün yapıların kontrolleri altına girdiği faraziyesi ile (Fransız İhtilalini yapmanın verdiği kibirle) harekete geçen Yahudiler, her şeyi, yeryüzünde her yeri yönetmeye talip olarak 1800 başlarında yenidünya düzenini ilan ettiler.

Fransız ihtilalini yaparak Tanrıya savaş açtılar, dinlere ve onların vaaz ettiği ahlaki değerlere saldırdılar, komünizmi icat ettiler. Fransız ihtilal bildirgesi ile insanlığın ulus devletlere bölünmesini ve bu ulus devletlere bağlı bir hukukun oluşturulmasını teşvik ettiler, hatta bu zihniyeti uluslararası sisteme yerleştirdiler.

Paranın hâkimiyetinin yanında ideolojinin hâkimiyetini de sağlayacak şekilde gazete/ medya gibi yapıları kurdular. Yalanı kitlevi olarak kullanmaya başladılar. Ancak tam hâkimiyet olarak öngördükleri dünya düzenini gerçekleştiremediler.

l. Dünya Savaşı öncesinde yeni bir dünya düzeni daha ilan ettiler, hatta bu dünya düzenine daha sonraki dönemde “Wilson Prensipleri” adını verdiler. İnsanlığın yeniden yapılanması ekseninde bütün dünyaya dayattılar. Dünyaya tam hâkimiyeti sağlamak için l. ve ll. Dünya Savaşı’nı çıkarttılar.

l. Dünya Savaşından sonra istediklerini tam manasıyla elde edemeyince ll. Dünya Savaşı’nı çıkartılar, savaş sonrasında Yalta düzeni adını verdiğimiz bir yapı kurdular.

O zamanki Rusya olan SSCB ile oturup anlaştılar. Dünyayı iki kutba böldüler. Batı blokunun hâkim olduğu Amerika, İngiltere ve Avrupa, Sovyetler Birliği’nin hâkim olduğu Asya’da Komünist Çin’i kurdular. Bu iki blok arasında muvazaalı bir savaş başlattılar. Birleşmiş Milletler’in (BM) bugünkü yapısının temelini attılar. Bu yapıda öngördükleri düzenin dışında kalan ülkelere 3. Dünya adını verdiler. 3. Dünya; ilkelliğin, geri kalmışlığın, fakirliğin bir alameti olan tasnif dışı ülkeler olarak tanıtıldı. Uluslararası sistemde yok sayıldılar, bunların halkları insan yerine konmadı. Hiçbir zeminde dikkate alınmadı.

Küresel Siyonizm yönetimindeki Batılı devletler, ll. Dünya Savaşı sonunda BM’yi kurdular. Birleşmiş Milletlerin (BM) teşkilat yapısında, bir Genel Kurul bir de Güvenlik Konseyi adı verilen ikili bir idare oluşturdular. Karar alıcı ve hüküm kurucu mekanizma Genel Kurul’a değil Güvenlik Konseyi’ne verildi. Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi ülkesinin istemediği hiçbir hüküm ne kadar haklı ve gerekli olursa olsun uygulanamadı.

Hukuki düzeni oturtmak için birçok kanun ve anlaşmalar çıkartıldı, bu hüküm ve anlaşmaların birçoğu bağlayıcı nitelikte genel yasa haline getirildi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi,5 daimi üye” adını verdiğimiz ülkeler tarafından yerine getirildi. Başlangıçta bu 5 daimi ülkenin içinde Formoza Adasını temsilen Milliyetçi Çin vardı. 1970'te alınan bir karar ile Milliyetçi Çin'den (Tayvan) bu yetki alınarak Komünist Çin'e devredildi. Normal olarak bu karar ve bu değişim Birleşmiş Milletler’in kuruluş kanunlarına göre mümkün değildi. Ama küresel sermayenin akıl hocası Henry Kissinger, bu işi tereyağından kıl çeker gibi yaptı. Hiç kimseye de sormadı.

Henry Kissinger’in ABD Dışişleri Bakanı olarak 1970’li yıllarda yaptığı Komünist Çin ziyaretlerinden sonra ABD Başkanı Nixon, Çin’e gitti, küresel sermayenin fonları Çin’e akıtıldı. Çin, BM’nin daimî üyesi oldu. Böylece teşkilatı kendi kafalarına ve Yahudi çıkarlarına uygun olarak yeniden şekillendirdiler.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yapısında yer almak için nüfus büyüklüğü mü, gayri safi milli hâsıla büyüklüğü mü, nükleer silâhlara sahip olmak mı, arazi büyüklüğü mü, fert başına milli gelir zenginliği mi, ne rol almıştır, bugün bile belli değildir.

Yahudilerin uluslararası ortamı tahrik ve terörize ederek çıkarttığı l. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti yıkıldı, Rus imparatorluğu, Yahudilerin tetiklediği devrimle komünist yönetime yani Yahudilerin eline geçti. İnsanlık tarihinde ilk defa kitlelere hâkim olma kitleleri kışkırtma ve meşru yönetimleri devirme işleri profesyonel bir mühendislik haline getirildi. Osmanlı sonrası düzende tam da Yahudilerin istediği gibi milli İslami kimliği reddeden bir laik düzen kuruldu. Rusya'da ve Çin'de dini, Allah’ı, kitabı reddeden insanlık dışı, tarih dışı, kanlı rejimler inşa edildi.

Küresel sermayeyi elinde tutan Yahudi lobisi, 1945 sonrası için yeni bir dünya düzeni daha ilan etti. Bu düzende insanlığın ahlakken iflas ettirilmesi, ulus devletlerinde bölünerek şehir devletlerine dönüştürülmesi gibi kendi hâkimiyet alanlarını genişletecek mekanizmaların yürürlüğe sokulması plânlandı.

Soğuk Savaş döneminde her iki tarafı da kontrol eden Yahudi lobisi; nükleer caydırıcılık üzerinden bütün insanlığı korkutarak küresel varlıklara el koyması, üretim araçlarını ele geçirmesi kendilerine çalışacak devlet adamlarının iş başına getirilmesi projeleri üzerine çalıştılar.

Bir devlet adamının başarısı, kendi ulusunun çıkarları için çalışması ile değil küresel sermayenin emirlerini harfiyen yerine getirilmesi ile ölçüldü.

“Akıllıysan, Amerika'da alınan kararlara (Küresel sermayenin gizlice aldığı faili meçhul, doğruluğu kendinden menkul dayatmalar/kararlar) itaat edeceksin, bu kararlar istikametinde hareket edeceksin, kendi ulusunun çıkarlarını düşünmeyeceksin, zaten kendi ulusunun çıkarları, küresel çıkarların içerisinde entegre olmuştur, akıllıysan böyle yaparsın” anlayışı uluslararası sistemin temel direktifi, hareket noktası haline getirildi.

1980'lere geldiğinde İsrail'in genişletilmesi için bölge devletlerin zayıflatılması, bölünmesi fikri ortaya atıldı.

Dünyanın en zayıf devletleri olarak nitelenen Irak, İran, Suriye, Mısır, Sudan, Arabistan Yarımadası devletleri ve Türkiye üzerinde denemeye hatta uygulamaya karar verdiler. Bunlara da “başarısız devletler” adını verdiler. Bunu gerçekleştirmek için bölgesel savaşlar tahrik edildi, iç savaşlar kışkırtıldı. Bunu yapmak üzere, bölgeyi ve devletleri istikrarsızlaştıracak birçok terör örgütü ve gayrinizami yapılar kuruldu, bu örgütler sürekli olarak finanse edildi. Önce Rusya, Afganistan’ı işgale teşvik ve tahrik edildi. Daha sonra Amerika, Afganistan’a saldırdı. Somali'de, Sudan’da iç savaşlar çıkartıldı. BAAS rejimleri ve BAAS darbeleri yapıldı. Sözde Arap milliyetçiliği üzerinden İslami ruh zayıflatılmaya çalışıldı.

Yenidünya düzeni için ilk önce Ortadoğu'nun parçalanması, İsrail'in genişletilmesi hedef alındı. İsrail'in önündeki engellerin kaldırılması için Irak'a savaş açıldı, Irak, küresel düzene ve İsrail’e mukavemet eden bir güç olmaktan çıkartılarak devre dışı bırakıldı. İslam içi, iç savaş çıkartmak için İran'a ve Şiilere yol verildi. Ortadoğu’da ve hedef ülkelerde yayılmaları için Şiilere kontrollü alan açıldı. Şii unsurların güçleri belli bir noktayı aşması halinde bu gücü tırpanlamak için, zaman zaman kendileri müdahale ettiler ve budadılar. Kurdukları ve işlettikleri örgütler üzerinden, bölgede yaşayan insanlara kan kusturdular. Düşman ilan ettikleri devlet adamlarını, fikir adamlarını, gazetecileri suikast politikaları ile öldürdüler. Faili meçhule kurban götürdüler, 1980’lerde Türkiye’yi düşük yoğunluklu iç harbe sürüklediler. Kurdukları düzene itiraz eden bu düzenin yapısını ortaya koyan herkes düşman ilan edildi ve bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bütün bunları perde gerisinden ABD ve İngiltere’yi kullanan küresel sermaye yönetti.

1970’lerden itibaren Küresel Sermaye, devletler üstü yapısı ile kârlılığını ve genişlemesini büyütmeye karar verdi. Büyük ölçüde sermayeyi Çin'e kaydırdı. Küresel sermaye yeni yapısıyla Amerika'da üstlenen, gövdesi İngiltere Londra’dan geçen bir hat üzerinden sarmal bir kuşak yaparak Pekin’e Hong Kong’a uzandı. Devletler üstü, devletlerarası boğa yılanı tipi bir devlet düzeni kurdular. Bu yapıda görünürde bir devlet yok bir teşkilat yok ancak bütün devletlerin borçlu olduğu, bütün devletlerin denetlendiği devletler üstü bir yapı var. Yakın zamanda Anadolu Ajansı’nın (AA) yayınladığı bir İnfografik tabloda görüleceği üzere Küresel Sermaye (Yahudilerin hâkim olduğu ve yönettiği sermaye) insanlığı toplam GSMH gücünün 3 mislini aşan boyutta borçlandırılmıştır. (2024 yılında dünyanın toplam GSMH’ı 110 trilyon dolar’dır. Bunların alacağı 318 trilyon dolardır.)

Yahudi sermayesi, insanlığı teslimiyete zorlamak ve yumuşak lokma haline getirmek için çabalarını hızlandırdı. Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere insanlığı varlığının üç misli seviyede borçlandırarak eksik tüketim üzerinden istedikleri ekonomileri çökerttiler veya başarısızlığa sürükleyerek çökertiyorlar. Özelleştirme, verimlilik adı altında bütün dünyada devlet düzeninin temeli olan kamu mallarını yağma ettiler. İnsanlığı fakirliğe ve mülksüzleşmeye sürüklemek için birçok yasa ve kanun çıkarttırdılar. Bu kanunlar iklim değişikliğinden, ineklerin atmosferi kirlettiğine kadar bilimsel değeri ve aslı astarı olmayan birçok saçma sapan fikirlere kadar her şeyi kapsadı. Bilimi çarpıttılar, yeni hastalıklar icat ettiler, tedavi etmeyen ilaçlar, bütün insanlığa zarar veren virüsler, pandemiler geliştirdiler.

Bu yöntemlerle hem ekonomik hem de askeri alanda Avrupa, Amerika'nın esareti altına alındı. Avrupa’nın silâhlı kuvvetler kurması engellendi, ll. Dünya Savaşı sonrasında Yahudilerin yönettiği ABD, Avrupa’nın tam hâkimi oldu. Bu hâkimiyet perde........

© Dikgazete.com