90’lı yılların başında Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile ‘tarihin sonu’ ilan edilmişti. 11 Eylül ertesinde “tarih geri döndü” diye yazmıştım. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından 90’lı yıllarda, savaş ve çatışmaların liberal demokrasilerin zaferi ile sonuçlandığı ve bu anlamda tarihin sonunun geldiği varsayılırken, 11 Eylül olayı ile liberal Batı demokrasiler yeni düşmanını tanımlamış ve yeni bir savaş hali ilan edilmiş oldu.
Aslında bu ‘tarihin sonu’nun ikinci ilanı idi. 19’uncu yüzyılda ‘Batı uygarlığı’nın eseri olarak kabul edilen modern sanayi toplumu insanlığın özgürleşmesi ile tarihin sonu olarak tanımlanıyordu. Feodal, baskıcı toplumların yıkılması ve eski hurafelerin yerini insan aklının alması ile dünyanın sorunları bitecekti, savaşlar son bulacaktı.
Modernleşme ve modern toplum, Batı uygarlığının eseri idi 11 Eylül ertesinde, Radikal gazetesinde, 13 Eylül tarihli yazıma Gandi’nin bir sözü ile başlamıştım. Gandi’ye ‘Batı uygarlığı’ hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, “iyi bir fikir olabilirdi” demiş.
20’nci yüzyılın hemen başında kopan Büyük Savaş ve yüzyılın ortalarına doğru kopan İkinci Dünya Savaşı, aydınlanma ve moderniteye güveni sarstı. Ancak modern Batı uygarlığından bir ‘sapma’ olarak tanımlanan otoriteryanizm, faşizm ve Nazizim, 20’nci yüzyılın büyük savaşlarının gerekçesi olarak kabul edildi.
Bu arada, Sanayi Devrimi’nin yarattığı modern süreç içinde, kapitalist Batı modeline itiraz eden sosyalist gelenekten çıkan Bolşevik Devrimi, Rusya ve havzasında Sovyetler Birliği adı altında ideolojik ve jeopolitik bir rakip haline gelmişti.
Dahası, İkinci Dünya Savaşı, Sovyetler Birliği’nin prestijini arttırmıştı.
Bu kez ‘Soğuk’ denilen yeni bir savaş başladı.
Bu kez, sosyalizm/komünizm ve bu iddiaya dayalı ‘totaliter’ Sovyet rejimi, “liberal modern Batı uygarlığı”ndan bir sapma olarak ilan edildi. Böylece “liberal modern Batı uygarlığı”nın vadettiği dünyanın kurulamaması yeni bir gerekçe kazanmış oldu. Sovyetler Birliği ve komünist rejimlerin yıkılması ile son engel de ortadan kalkmış, ikinci kez tarihin sonu ilan edilmişti.
Bu arada, artık ‘Batı uygarlığı’ tabiri terk edilmişti, ‘kapitalizm’ ise itici bir anlam kazanmıştı, onun yerine, demokrasinin ön şartı olarak tanımlanan ‘serbest piyasa ekonomisi’, ‘liberal demokrasi’ adı altında tarihin galibi ilan edildi.
Yine olmadı, 90’lı yıllarda küresel çapta bir barış ve refah dönemi başlamadı. Ancak bu süreçte, zengin Batı coğrafyası dışında kalan yerlerde devam eden çatışma ve sorunlar, zaten akılcı bir uygarlık dışı sayılan Batı dışı alemde geçtiği için dikkate değer değildi.
11 Eylül’de, İslamcı köktenci bir örgütün ABD’yi hedef alması yeni bir milat sayıldı. Malum modernleşme döneminde, tüm dinler ve münhasıran İslam aydınlanmaya, ilerlemeye engel sayılıyordu. Soğuk Savaş döneminde ise, Hıristiyanlık ve İslam ‘komünizmle mücadele’ açısından işlevsel olduğu için, bu yaklaşım terkedilmişti.
11 Eylül sonrası, Batı uygarlığının eski düşmanı ‘İslam’ yeniden tartışma konusu oldu. İslamcı köktendincilik bazılarına göre zaten İslam dininin aslını temsil ediyordu,........