menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yası tutulamayan çocuklar

24 7
24.10.2025

Anlamaya da anlatmaya mecali kalmamış bir toplumun sesi, bir süredir en çok çocuk ölümleriyle yükseliyor. Olağan koşullarda bu, konuşmaya devam eden bir ortak vicdanın varlığını, toplum olma refleksini gösterirdi. Çocuklara sahip çıkmayı, onları hayatın acımasızlığına karşı savunmayı da bırakırsa bir toplumdan geriye ne kalır ki? ‘Ama‘ bu asgari ya da azami acı müştereğinde bile o kadar çok ama var ki… Çocuk cinayetlerine gösterilen tepkilerdeki kamplaşma topluma kendi yüzünü gösteriyor.

Mattia Ahmet Minguzzi’nin öldürülmesiyle o aynaya bir kez daha baktık: Çatlak, bulanık, kendi nefretinden beslenen bir ülke yüzüyle karşılaştık. Kısa süre önce Narin Güran cinayetinde de aynı karanlığa farklı cepheden bakmıştık. Farklı çocuklar, farklı kimlikler ama aynı hikâye: adalet arayışının yerini alan önyargılar, sınıfsal kibir, sosyal medya nefretinin kolaylığı.

Bu yılın en etkileyici yapımlarından biri, 13 yaşında bir çocuğun suça ve şiddete nasıl ‘sürüklendiğini‘ anlatan ‘Adolescence’ dizisi. İngiliz yapımı mini dizi, meseleyi ‘ergenlik krizi‘ olarak değil, sistemin görünmeyen mekanizmalarıyla anlatıyor.

Bu diziyi izlediğimizde son derece kendi halinde hatta sevimli, ‘normal’ görünen bir çocuğun nasıl eli bıçaklı bir katile dönüşebileceğini tüyler ürpertici bir netlikte görüyoruz. Çocuğun yüzünden ve kimliğinden de ötesini, onu çevreleyen toplumu görüyoruz çünkü.

Gerçek zamanlı olması ve çekim tekniğiyle de olağanüstü bir sahicilik hissi yaratan dizi okulda, ailede, medyada, siyasette kurulan o görünmez şiddet ağlarını tek tek açığa çıkarıyor. Böylece bir çocuğun korkunç bir suç işlemesini değil, suçun bir ülkede nasıl ‘işletildiğini‘ gösteriyor.

Bu sarsıcı diziyi izlerken ve sonrasında sık sık sırf çocuk faillerinin değil, çocuk failliğin de hızla arttığı bir ülke olarak bir yandan da bir türlü aşamadığımız ergenlik, yetişkin olamama halini düşündüm. En büyük sorunlarından biri ‘ergenliği aşamamak’ olan bir ülkenin ergenleri, korkutucu bir hızla, kaos, şiddet ve öfkeden beslenen çetelerin eline düşüyor.

Bu çok üzücü ve netameli konuda yazarken tereddütlüyüm. Bir yandan Ahmet’in, annesinin deyimiyle ‘bir meleğin öpücük kondurduğu‘ yüzünün benzersiz masumiyeti, o eli yanakta bakışı hiç aklımdan çıkmıyor. Katledilen bütün çocuklar gibi, Ahmet’e de hem adalet hem yas borcumuzun olduğunu düşünüyorum.

Bir yandan da bu olay etrafında örülen öfke, kamplaşma ve niyet aramalar, ‘suça sürüklenen çocuklar‘ ifadesinin bile başlı başına bir nefret hedefine dönüşmesi, ‘durdurucu‘ oluyor.

Hemen ardından aklıma Narin geliyor, hatta bu iki çocuğun yüzü uzun süredir yan yana duruyor zihnimde. Olağan koşullarda aynı semtlerde dolaşamayacak, aynı okullara gidemeyecek, aynı yerlerden alışveriş yapıp aynı kafelere giremeyecek; aynı ülkede ama sadece ölümün bir araya getirdiği iki güzel çocuk. Yüzlerinin ışığı ve gösterilen ilgi kadar adaletin yerini bulup bulmadığı sorusu da birleştiriyor onları. Farklı biçimlerde, bana ve pek çok insana göre bu, cevabı ‘Hayır’ olan bir soru.

Dünyada eşine az rastlanır biçimde tüm toplumun, sosyal medyanın, yanlış gazeteciliğin dahil olduğu bir ‘yargı’ süreci sonucunda Narin’in bütün ailesinin haksız yere hapiste olup olmadığı sorusu, adalet arayan tüm vicdanları huzursuz edecek kadar belirgin.

Ahmet’in ‘davasında‘, isimlerinin ve soy isimlerinin ilk harfiyle anılan dört sanıktan ikisi, reşit........

© Diken