Psikolojik jargonla hayattan kaçış: Herkes travmalı ya da narsist, kimse sorumlu değil |
Son yıllarda başımıza gelen hemen her şeyin bir adı var. Bir ilişkide inciniyorsak ‘ghostlandık‘, iş yerinde zorlanıyorsak ‘toksik ortam‘, biri canımızı yakıyorsa ‘narsist’.
Açıklayıcı kavramlar çoğaldıkça rahatlıyoruz; çünkü adlandırmak bir tür kontrol hissi veriyor. Ama tuhaf bir şey oluyor: Kelimeler arttıkça meseleler berraklaşmıyor, tam tersine silikleşiyor. Sanki herkes konuşuyor ama kimse sorumluluk almıyor.
Psikoloji dili özellikle beyaz yakalı dünyada ve kadın–erkek ilişkilerinde neredeyse evrensel bir açıklama aracına dönüştü. Herkes biraz terapist, biraz danışan, biraz da teşhis koyucu. İlişkiler yaşanmıyor, ‘değerlendiriliyor’; sohbetler ilerlemiyor, ‘çözümleniyor‘. Birbirimize bakıp ‘kaçınmacı‘, ‘manipülatif‘, ‘bağlanma sorunlu’ diyoruz. Sanki karşımızda bir insan değil; tanısı hazır, klasörü açılmış bir dosya var.
Bu dil ilk bakışta çok işe yarar gibi. Kimseyi doğrudan suçlamıyor, kimseyle yüzleşmek gerekmiyor. Ama tam da bu yüzden iki ciddi risk taşıyor.
Psikoloji jargonunun bir üst dil halini alması ‘karakter‘i adım adım ortadan kaldırıyor. Artık kimse kırıcı ya da çok kibirli değil, ‘sınırları var‘. Kimse aşırı kararsız değil, ‘duygusal olarak müsait değil‘. Kimse sorumsuz değil; ‘travmalı’. Böylece hem kimseyi incitmiyoruz hem de kimseye hesap vermek zorunda kalmıyoruz. Travma, çağımızın en risksiz bahanesi hâline geliyor.
Oysa karakter dediğimiz şey tam da zor anlarda ortaya çıkar. Netlik vermek, sözünde durmak, geri çekilirken haber vermek… Bunlar psikolojik pozisyonlar değil, tercihlerdir. Ama bir şeyin senin tercihin olduğunu söylemek, birinin canını yakmış olabileceğini kabul etmek demektir.
Tanı koymak ise çok daha konforlu. Böylece kimse kötü olmaz, kimse fail de olmaz. Herkes anlaşılmak ister, kimse yük almak istemez.
Daha tehlikelisi şu: ‘Her şey’i bireyin iç dünyasına havale ettiğimizde toplumsal, ekonomik ve kültürel bağlam görünmez hale geliyor. Oysa bugün yaşadığımız pek çok ilişki krizi, iletişim kazalarından çok hayat koşullarıyla ilgili. Sürekli belirsizlik, güvencesizlik, performans baskısı ve her an ‘Daha iyisi mümkün‘ hissi içinde yaşıyoruz. Bu koşullarda bağlanmak riskli, net olmak pahalı, geri çekilmek ya da kaygan pistte sürekli istediğin yöne kıvrılmaksa bedava.
Eva Illouz, modern ilişkilerde duyguların piyasa mantığıyla düzenlendiğini söylerken tam da bunu anlatır: Seçeneklerin çoğaldığı, riskin bireyin omzuna yüklendiği bir dünyada insan ilişkileri de yönetilebilir projeler gibi ele alınır. ‘Ghosting’ bu yüzden yalnızca bir kişilik sorunu değil hesap vermeden çekilebilmenin normalleştiği bir kültürün ürünüdür. Ama biz yine de işi bireye yıkmayı tercih ederiz. Sistemle uğraşmak zordur, insan analiz etmek daha pratik.
Bugün herhangi bir ortamda bir grup sohbetine denk gelirseniz ortalama beş kelimeden biri popüler bir psikoloji kavramı çıkıyor. Hayatımıza giren bu kavramlar içinde gaslighting bence özel bir yerde duruyor. İlişkisel psikolojik şiddeti tarif etmek için gerçekten işe yarayan, yerli yerinde bir kavram.........