Zekâ ne zaman yüke dönüşür?
Zekâ çoğu zaman ilerleme, başarı ve uyumla özdeşleştirilir. Daha hızlı öğrenen, daha çabuk kavrayan, daha doğru kararlar veren bir zihnin hayatı otomatik olarak kolaylaştıracağı varsayılır. Zekâ, sanki zihinsel bir hızlandırıcıymış gibi düşünülür. Oysa psikolojik düzlemde işler her zaman bu kadar lineer ilerlemez. Çünkü zekâ, yaşamı sadeleştirmekten çok derinleştirir. Derinlik ise konforlu bir alan değildir; aksine çoğu zaman sessiz ama sürekli bir basınç yaratır.
Bilişsel kapasite arttıkça zihin yalnızca olan biteni kaydetmez; onu deler, sorgular, parçalarına ayırır. Hayat, içinde yüzülen bir nehir olmaktan çıkar; satır satır çözümlenen bir metne dönüşür. Okudukça ilerlemek yerine, her paragrafta durup altını çizme ihtiyacı doğar. Bu duraklamalar dışarıdan bakıldığında düşünsel bir zenginlik gibi görünse de içeriden bakıldığında zihinsel bir yavaşlamaya, hatta zamanla bir tıkanmaya yol açabilir.
Tam da bu noktada, ‘zekâ‘ dediğimiz şeyin ne olduğuna daha yakından bakmak gerekir.
Zekâ tek parça bir yapı değildir; farklı zihinsel alanlardan oluşan hassas bir denge sistemidir. Analitik düşünme, soyutlama gücü, duygusal hassasiyet, yaratıcılık ve sosyal sezgi aynı kişide aynı yoğunlukta bulunmak zorunda değildir. Bu nedenle ‘zeki insan’ dediğimiz figür, tek tip bir karakter değil, farklı zihinsel ağırlık merkezlerine sahip bireylerin ortak adıdır.
Mutsuzlukla en sık kesişen tablo ise genellikle analitik ve soyutlama kapasitesi yüksek, fakat duygu regülasyon becerisi aynı hızda gelişmemiş zihinlerde ortaya çıkar. Sorun zekânın varlığı değildir; zekânın tek başına kalmasıdır. Zihin büyürken duygular eşlik etmezse, içsel bir dengesizlik oluşur. Bu durum, güçlü bir motorla zayıf bir süspansiyonun birleşmesine benzer: Hız vardır ama sarsıntı kaçınılmazdır.
Bu dengesizlik zamanla zihnin yaşantıyla kurduğu ilişkiyi de dönüştürür.
Zihinsel derinlik arttıkça deneyimler doğrudan yaşanmak yerine işlenmeye başlar. Olan biten ‘olur ve geçer’ hâlinden çıkar. Zihin sahneyi terk etmez, perdeler kapanmaz. Duygular hissedilmeden önce analiz edilir, anlamlandırılır, sınıflandırılır.
Bu süreç ruminasyonla belirginleşir: zihnin aynı olayları tekrar tekrar ele alması, bitmiş bir sahnenin sürekli yeniden oynatılması… His, sezgisel bir deneyim olmaktan çıkar; çözülmesi gereken bir probleme dönüşür. Böylece duygu, kendi doğal alanından sürülür. Zihin aktif kalır fakat ruh pasifleşir. İnsan........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Daniel Orenstein
Grant Arthur Gochin
Beth Kuhel