Gurur değil kibir!

Bir zamanlar utanmak, insan olmanın doğal bir uzantısıydı. Birini incittiğimizde içimiz cız eder, yüzümüz kızarırdı. Yanlış bir söz dudaktan döküldüğünde gözlerimiz yere kayar, sesimiz kısılırdı. Utanç, vicdanla ilk temastı. İç dünyamızla ahlaki değerlere dokunduğumuz o an, insanı insan yapan en sessiz ama en derin duyguydu.

Bugünse bu içsel titreşim, yerini çok daha sert ve dışa dönük bir savunmaya bıraktı: kibir. Üstelik çoğu zaman ‘gurur‘ adı altında yüceltilen, aslında kırılganlığın bastırılmasıyla ortaya çıkan bu kibir, modern bireyin en görünür zırhı haline geldi. Artık insanlar hatalarını kabul etmiyor, geri adım atmıyor, özür dilemekten kaçınıyor. Bunun yerine kendi anlatılarını kuruyor ve çevrelerine onları haklı çıkaracak sesleri topluyorlar.

Çoğu zaman karşısındakini incittiklerini biliyorlar; fakat bu gerçeği kendi ‘haklılık’ hikâyeleriyle görünmez kılıyorlar. Eskiden birini kaybetmemek için susulurdu. Şimdi ise hiçbir bağ uğruna geri çekilmek istenmiyor.

İnsanlar, en eski ve derin ilişkilerini bile “Bana şöyle dedi, şöyle yaptı” diyerek bitirirken kendi söz ve davranışlarının neye denk düştüğünü görmek istemiyor. Görse bile haklı çıkacak bir neden buluyor.

Bu yüzden bugün yaşadığımız şey sahici bir gurur değil, savunmacı, yalıtıcı ve üstünlük peşinde koşan bir kibir.

Buradaki mesele davranışsal değil, duygusal ve yapısal bir dönüşüm. Freud’a göre bastırılan hiçbir duygu yok olmaz, yalnızca biçim değiştirir. Utanç da ifade edilmediğinde ya saldırganlığa ya da narsisistik savunmalara dönüşür. Günümüzde bu savunma, çoğunlukla cilalanmış bir kişilik kurgusu şeklinde ortaya çıkıyor ve kibir formunda kendini gösteriyor.

Kibir çoğu zaman bir duvar işlevi görür: Kişi, kendisine yönelmiş en küçük eleştiriyi bile tehdit olarak algılamamak için kusursuz görünmeye çalışır. Hatalar daha fazla kayba yol açsa da pişmanlık zayıflık olarak görülür; özür dilemek ise kişisel imajı zedeleyecek bir teslimiyet gibi algılanır.

Oysa psikanalist Donald Winnicott, sağlıklı bir benliğin........

© Diken