Diziler ataerkil toplum düzenini pekiştiriyor mu?

Geçen hafta sosyal medyada en fazla konuşulan -daha doğrusu eleştirilen-konulardan biri, ‘Kızıl Goncalar’ ve ‘Kızılcık Şerbeti’ dizilerinde seküler yaşam tarzını benimsemiş karakterlerin yerin dibine sokulmasıydı. Bu eleştiriler çok da yersiz sayılmaz; çünkü dizilerde seküler yaşam tarzını benimsemiş insanların bazılarının Ramazan’dan bihabermiş gibi yansıtılması ya da okulu bırakıp baskıyla kapanıp bir adama kuma gitmesi, birçok izleyicinin sınırını fazlasıyla zorladı. Bazı tanınmış isimler, sosyal medya aracılığıyla paylaşımlar yaparak seküler kesimi aşağılama üzerinden topluma subliminal mesajlar veren bu dizilere tepki gösterilmesi gerektiğini dile getirdi.

Bana soracak olursanız bu dizilerde, muhafazakar yaşam sürdürdüğünü iddia eden kesime de pek torpil geçilmiyor. Örneğin, erkekler eşlerine seri şekilde ihanet ederken, kadınlar da fitne fücur alanında master yapıyor.

Demem o ki erkeklerin ihanet etmesini ya da kadınların entrika çevirmesini normalleştirmeyen her insan bu dizilerde özellikle seküler yaşam tarzının aşağılandığını değil; yaşam tarzından bağımsız ‘kadın olma’nın aşağılandığını net bir şekilde görür. ‘Kızılcık Şerbeti böyle giderse…‘ başlıklı yazımda diziden örnekler vererek bu konuya ayrıntılı biçimde değinmiştim.

Aslında sadece bu iki dizide değil; hemen her yapımda kadının ataerkil toplum düzeninin bataklığında kalmaya razı olduğunu izliyoruz. Kadın gururunun ayaklar altına alınması üzerinden reyting yakalamaya çalışılmasına dur denmediği için, kadının toplumdaki yeri vektörel düzlemdeki sıfır noktasını korumaya devam ediyor. Yani kadının değersizleştirilmesine göz yumup toplumsal gelişme konusunda bir arpa boyu yol kat etmiyoruz.

Daha önce de yazmıştım; medya toplumu toplum da medyayı etkiler. İzlediğimiz birçok yapım toplumun yansıması olabilir, ama unutmayalım ki izlediklerimizin de toplumu şekillendirme gibi büyük bir gücü var. Öncelikle bir kadın olarak ve tabii çoğunlukla kadınlarla çalışan bir psikoterapist olarak şunları dile getirmek istiyorum:

Bütün kadınların en büyük arzusu bir erkek bulmak ve evlenmek, evli kalmak ya da çocuk doğurmak değil. Sanıldığı gibi kadınların en büyük korkusu yalnız kalmak da değil. ‘Baba sevgisinden yoksun kadınlar yanlış ilişkiler yaşar’ diye bir kural da yok. ‘Erkekler basit düşünür, kadınlar komplike düşünür’ diye bir şey de yok. Bunların hepsi, toplumlar tarafından zamanında üretilen ve nesilden nesile aktarılan klişeler. Bazı klişeler gerçekliği yansıtabilir ama her birey farklıdır, genellemeler üzerinden yapılan tespitler gerçeği yansıtmaz.

Ayrıca, zaman ilerledikçe insanın gelişmesi ve çağdaş yaşama ayak uydurması beklenir. Yani bin sene önceki tespitleri günümüze ham haliyle uyarlayamayız. Uyarlarsak kadın ruh sağlığı olumsuz yönde etkilenir ki bunun faturasını herkes öder; çünkü toplum bireylerden oluşur ve bireyler birbiriyle etkileşim halindedir. Örneğin, mutsuz bir kadının çocuklarının........

© Diken