Bir illüzyon: Çalışırsan başarırsın |
“Çalış, inan, başar.”
Hepimizin kulağına çocukluktan beri fısıldanan sözler bunlar. Sınav öncesi öğretmenin dudaklarından, reklamların parıltılı sloganlarından, başarı hikâyelerinin satır aralarından duyduğumuz iyi ezberlenmiş bir nakarat. Yani, başarının yalnızca kişisel çabayla açıklanabilecek kadar kontrol edilebilir olduğuna inanmamız tesadüf değil. Çünkü çocukluğumuzdan beri bize öğretilen bu: Çalışırsan, istersen yaparsın.
Peki ya çalışıp da olmuyorsa? Ya acı çeken sonunda ödüllendirilmiyorsa?
Bir sınava yıllarca hazırlanıp kazanamayan öğrenci, onlarca iş başvurusu yapmasına rağmen hep ‘olumsuz‘ yanıt alan genç, kariyerinde ter dökmesine rağmen terfi alamayan çalışan… Hepimiz bir noktada şu soruyla yüzleşiyoruz: Ya bütün çabalarıma rağmen olmuyorsa?
İşte o an, başarıya bakışımızı yalnızca kişisel değil, aynı zamanda kültürel, toplumsal ve psikolojik bir mesele olarak yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Başarıya dair inançlarımız, yüzyıllardır örülen bir anlatının ürünü. Sanayi Devrimi’yle birlikte ‘çalışmak’, insanın değerini ölçen en önemli kriter haline geldi. Max Weber’in vurguladığı gibi, iş yalnızca bir geçim aracı değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktu. Üretkenlik, Tanrı’nın rızasına ve kişisel erdeme işaret eden bir nitelik olarak kutsallaştırıldı.
Bu kültürün en görkemli masalı ‘Amerikan Rüyası‘ydı: Herkes eşit fırsata sahiptir, yeter ki çalış. Bu inanç, kapitalist düzenin çarklarını döndüren görünmez bir yağ gibiydi. İnsanlara daha çok çabalamayı, daha fazlasını istemeyi öğütlüyordu.
Bugün sosyal medyada aynı hikâye farklı biçimlerle yeniden sahneleniyor: Sabahın beşinde koşuya çıkan girişimciler, “Kendi emeğimle başardım” diyen paylaşımlar, motivasyon videoları… Mesaj hep aynı: Başarısızsan, suç sendedir.
Ne var ki bu söylem, umutla birlikte ağır bir yük de taşır. Çünkü yeterince çalışılmasına rağmen istenen sonuç gerçekleşmediğinde, geriye çoğu kez yalnızca suçluluk, yetersizlik ve utanç kalır.
Unutmamak gerekir ki başarı hiçbir zaman tek boyutlu değildir. Çaba elbette önemlidir, ama yeterli değildir. Yetenek, aile desteği, ekonomik imkânlar, toplumsal sınıf, eğitim fırsatları, hatta bazen yalnızca ‘doğru anda doğru yerde olmak‘ da belirleyici olabilir.
Malcolm Gladwell’in ‘Outliers‘ kitabında anlattığı gibi, Beatles’ın başarısında yalnızca müzikal yetenekleri değil, Hamburg’da defalarca sahne pratiği yapabilmeleri de etkiliydi. Bill Gates’in yolu bilgisayarla çok erken yaşta kesişmişti, yani fırsat.
Başarı çoğu zaman, çalışkanlığın yanına şans, zamanlama ve bağlamın eklenmesiyle........