menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Anne dediğin başlangıçtır

21 19
11.05.2025

@FeyzaBayraktar_

info@feyzabayraktar.com

Bazı ilişkiler daha başlamadan finalini fısıldar. Bazen bir mesaj gelmez, içimizde küçük bir çocuk terk edilmiş gibi ağlamaya başlar. Bazı dostluklar “Ben mi yine fazla verdim?” sorusunu mırıldatır. Bazı ofis toplantılarında kırılmamak için kendimizi görünmez yaparız. Ve bazen biri bizi sever ama biz ona güvenemeyiz. Tüm bunların ortak bir adı var: Bağlanma.

Bağlanma, ruhun ilk dili; kelimesiz yıllarda öğrenilen en güçlü anlatı biçimidir. Annenin “Ben buradayım” derkenki tonu, babanın göz teması kurup kurmadığı, düştüğünde seni kaldıran elin sıcak mı soğuk mu olduğu… İşte tüm bunlar, ileride nasıl seveceğini, ne zaman kaçacağını, neye dayanamayacağını belirler. Çünkü her yeni ilişki, aslında o ilk ilişkiyle konuşur.

Sevgilinin suskunluğu, çocukken görülmeyen halini hatırlatır. Arkadaşının bir cümlesi, geçmişte söylenmeyen cümlelerin yankısını getirir. Ve bazen hayatın ortasında, kendine bile itiraf edemediğin o boşluğun adı olur: Görülmemek.

Bağlanma stilleri, tıpkı bir romanın anlatıcısı gibi yaşamımızın tonunu belirler. John Bowlby, bu erken ilişkilerin sadece çocukluk için değil, yetişkinlikteki duygusal, sosyal ve mesleki davranışlarımız için de belirleyici olduğunu ortaya koymuştur.

İlişkilerde sürekli teyit ihtiyacı hissediyorsanız, burası tanıdık gelebilir.

Kaygılı bağlanma, çocuğun duygusal hayatında sürekli hava değişimi yaşandığında oluşur. Bir gün güneşli bir anne vardır; gülümseyen, sarılan, ilgilenen. Ertesi gün bulutlu, yorgun, uzak bir anne… Ve çocuk, sevginin gelgitli bir duygu olduğunu öğrenir. Sevgiye ulaşmak için her zaman tetikte olmak gerekir. Bu çocuk büyüdüğünde, ilişkide sevildiğine ve terk edilmeyeceğine dair sürekli teyit etme ihtiyacı duyar. Sadece bir mesaj gecikmesi bile, terk edilme senaryosunu başlatır. İlişkide karşı tarafın ihtiyaçlarını merkeze koyar ve ilişkiye öyle çok yatırım yapar ki, kendi kaybolur. Karşılık göremezse öfkelenir ama gitmeye de cesaret edemez.

Arkadaşlıkta fazla vericidir. Herkesin derdini dinler, herkesin yükünü taşır ama kendi sırtındakini kimseyle paylaşmaz. Sonra da “Kimse beni düşünmüyor” diye içten içe küser.

İş yerinde, yöneticisinin sessiz kalması veya bir toplantıdaki soğuk tavrı, günlerce kafasında döner. “Her an gözden çıkarılabilirim” kaygısıyla sürekli kendini kanıtlamaya çalışır.

Bu tarzı, ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ filmindeki Clementine karakterinde görebiliriz. Clementine, tutkulu ama dengesiz bir ilişkide sürekli teyit arar. Sevgiye açtır ama istikrarsızdır. Terk edilme korkusu ile bağ kurma arzusu arasında savrulur.

Peki ya bağ kurmak yerine duvar örenler?

Kaçıngan bağlanma, duyguların bastırıldığı evlerde büyür. “Ağlama, güçsüz........

© Diken