AB'nin konforlu çözümsüzlük siyaseti |
Avrupa Birliği (AB) kendisini uzun süredir bir ‘barış projesi‘ olarak tanımlar. Kendi iç tarihinde bu tanımın güçlü bir karşılığı vardır; savaşlarla parçalanmış bir kıtada uzlaşma ve karşılıklı bağımlılık üzerinden kalıcı bir istikrar üretmiştir. Ancak birliğin sınırlarının ötesindeki barış süreçlerine bakıldığında, bu anlatının hem siyasal hem de insani düzeyde ciddi sınırlarla karşılaştığı görülür. Filistin’deki son yıkım, AB’nin yalnızca barış üretmekte değil, ağır insani krizleri yönetmekte de zorlandığını açık biçimde ortaya koymuştur.
AB’nin bu alandaki temel sorunu, dış politika ve barış süreçlerinde tekil bir siyasal irade olarak hareket edememesi. Karar alma mekanizmaları büyük ölçüde üye devletlerin uzlaşısına dayanır ve bu durum özellikle çatışmalı dosyalarda ortak, net ve bağlayıcı tutumlar geliştirilmesini zorlaştırır. Bu yapısal sınırlılık, AB’yi çoğu zaman arabulucu ya da yönlendirici bir aktör olmaktan ziyade, süreci teknik araçlarla idare eden bir konuma iter.
İsrail–Filistin bağlamı bu durumu en çarpıcı biçimde göstermekte. AB yıllardır iki devletli çözümü savunduğunu ifade eder ve Filistin halkının en büyük insani yardım sağlayıcılarından biri. Buna rağmen Gazze’deki yıkım karşısında AB, ortak bir ateşkes çağrısı, insani hukukun ihlallerine dair tutarlı bir siyasal duruş ya da silah ihracatı gibi kritik başlıklarda yekpare bir pozisyon üretemedi. Bu parçalanmışlık, yalnızca siyasi........