Odaklanma meselesi

Son zamanlarda bazı sohbetlerimde, konu dönüp dolaşıp aynı yere geliyor: dikkat dağınıklığı, odaklanamama, bir şeye başlayıp bitirememe hali.

Özellikle gençler üzerinden konuşuluyor ama bana sorarsanız yalnızca yeni kuşağın değil, toplumun geneline yayılmış bir sorun bu.

Gençlerde belki daha görünür ve daha çarpıcı ama büyüklerde de başka formlarda aynı dağınıklık var; görüyorum, biliyorum.

Bir sürü işe aynı anda bulaşmak, hiçbirini hakkıyla bitirememek, kafanın sürekli başka yerlerde olması…

Ne zeka ne niyet eksikliğinden bu.

Esas eksik olan şey odak.

Odaklanma dediğimiz şey aslında en basit ifadesiyle tek bir noktaya bakabilme, orada kalabilme ve kaçmadan devam edebilme becerisi.

Bugün ise tam tersine, hayat bizi sürekli bölüyor.

Telefonlar, mesajlar, bildirimler, sosyal medya, hız…

Her şey ‘şimdi’ diyor, ‘hemen‘ diyor.

Kimseye “Otur, düşün, sabret” demiyor bu düzen.

Hatırlıyorum, internet siteme de koymuştum sanırım; Steve Jobs’un yıllar önce yaptığı bir konuşmada odaklanma konusuna özellikle vurgu yaptığını.

‘Focusing’ kelimesini överken söylediği şey çok netti: odaklanmak, yüzlerce iyi fikre “Hayır” diyebilmektir.

Jobs’u yakından tanıyan, onunla çalışmış insanlar da hep aynı noktaya dikkat çekiyor.

Bir konuya karar verdiğinde, o konu dışında kalan her şeyi adeta görünmez kılabilen bir adamdan bahsediyorlar.

Aynı anda on şeyle ilgilenen biri değil; tam tersine, tek bir şeye kilitlenen, orayı delicesine derinleştiren ve ‘i̇şi bitirmeden su bile içmeyen’ denebilecek bir karakter.

Dağılmayı değil, daralmayı seçen bir zihin.

Bugün çeşitli yerlerden başarı hikâyeleri anlatılırken bu kısmı çoğu zaman atlıyoruz.

Oysa Jobs’u Jobs yapan şey sadece vizyonu değil, o vizyona saplantılı bir odakla tutunabilmesiydi.

Kendimle ilgili küçük bir parantez açayım.

Geriye dönüp baktığımda hayatın beni bir şekilde, belki de farkında olmadan, odaklanmaya zorladığını görüyorum.

Uzun süre aynı........

© Diken