Gençleri yalnız bırakmayalım
Geçen hafta ‘hayatı kendine göre yoğurmak’ üzerine yazdıklarım birçok okurdan karşılık bulduğu gibi, kızım Emma’yla (21) da güzel bir sohbet başlattı.
Arkasından diğer kızım Isabel’e (17) düşüncelerini sordum; ondan gelen mesajı sizinle direkt paylaşıyorum.
Buyurun…
Çocuklar, gördüklerinden ve ebeveynlerinin verdiği tepkilerden öğreniyorlar.
Bir bebeğin düştüğünü düşün; bebek nasıl tepki vereceğini anlamak için hemen ebeveyne bakar.
Eğer ebeveyn paniklemeye veya ‘Vah vah’ yapmaya başlarsa bebek de hemen ağlar veya sızlanır.
Ama ebeveyn sadece “İyi misin?” diye sorup durumu gülerek geçiştirirse bebek daha dayanıklı olur.
Aynı şey tutku ve kariyer için de geçerli.
Ben sanatsever ebeveynlere doğduğum için şanslıydım; evimizde neredeyse özel denilebilecek bir koleksiyon var.
Bu yüzden sürekli çizdiğimi görünce beni hep teşvik ettiniz.
Eğer sanatla ilgilenmeyen ya da anlamayan ebeveynlerim olsaydı, muhtemelen beni bu kadar desteklemezlerdi ve tutkum da yavaş yavaş sönerdi diye düşünüyorum.
Bir dönem dinozorlara da çok meraklıydım ve haklarında her şeyi biliyor gibiydim.
Ama siz bilmiyordunuz.
Ve bilgimi takdir etseniz bile, bu alanı diğeri ile aynı güçte teşvik etmediniz, bu yüzden de zamanla o merakım söndü.
Bu bir suçlama değil; ben de olsam büyük ihtimalle aynı şeyi yapardım, herkes yapar.
Küçükken aldığımız tepkiler ve teşvikler, büyüdükçe bizi gerçekten şekillendiriyor.
Tutkular ve kariyerler söz konusu olduğunda, okullar da benzer bir rol oynuyor.
İlkokuldan liseye kadar genel bilgiyi öğrenmemiz ve az çok da gelecekte ne yapmak istediğimizi bulmamız bekleniyor.
Kulağa harika geliyor, değil mi?
Ama mevcut okul sistemleri o kadar çok stres ve gereksiz iş yüklüyor ki, tutkunu bulsan bile onu uygulamak ve o çalışmak işkenceye dönüşüyor. Bu da öğrencileri tutkularının peşinden gitmekten direkt olarak vazgeçiriyor.
“Lise seni geleceğe hazırlar” diyorlar ama neredeyse herkes “Üniversite liseye göre çok daha rahat” diyor.
Tarihle ilgilenen bir çocuğun, bitmek bilmeyen ödevleri yetiştirmek için gece geç saatlere kadar oturması, sonra aynı şeyi tüm dersleri için yapması ve ertesi sabah yine altıda kalkması bekleniyorsa… bu gerçekten cesaret kırıcı olabiliyor.
Üstüne bir de üniversite veya bir tür yüksek öğretim aileler tarafından çocuğa yoğun şekilde empoze ediliyor.
Ama böyle bir okul sisteminden çıkıp, bir de ödevlerin içinde boğulurken meslek seçmeye zorlanmak, genç bir zihnin yargısını bulandırıyor ve çoğu zaman aslında onları emin bile olmadıkları bir alana yönlendiriyor onları.
Bence üniversite, gerçekten ilgi duyduğun bir konuda kendini geliştirdiğin bir yer olmalı; yoksa işkence sadece devam eder.
Ama şunu da söylemiyorum: “Öğrenciler hiç zorlanmasın” demiyorum.
Zorluk büyümeyi destekleyebilir.
Fakat çevremde gördüğüm şey artık zorluk da değil; düpedüz işkence. Genç depresyonu ve intihar oranları artıyor; ve bunun nedenini anlamak için deha olmaya gerek yok.
Liseden sonra ne yapmak istediğini bulmak için bekle.
Kendine zaman tanı.
Hiçbir şey yapmak zorunda olmadığın zaman kendini neye yönelirken bulduğunu gör.
Bence mutlaka ondan sonra yükseköğretime yönelmelisin.
İtiraf etmeyi sevmesek de, çocuklukta teşvik edilen şeyler (ebeveynler tarafından bilinçsizce veya okullar tarafından istemeden) davranışlarımızı, düşüncelerimizi ve duygularımızı şekillendiriyor.
Ve gerçekten tutkulu olduğumuz şeyler bizde kalıyor; sadece bastırılıyor.
Bunları Isabel’den okuyunca… (Hele dört satır evvelki cümle önüme bugüne kadar çıkan en mükemmel tarif) aslında senelerdir biraz anlamaya biraz da anlatmaya çalıştığım şeyin genç bir zihin tarafından ne kadar net görüldüğünü fark ettim.
Anne-baba olarak bizler bazen farkına bile varmadan ne yollar açıyor, bazen de fark etmeden ne yollar kapatıyoruz, inanılmaz.
Kendi yollarını çizerken sırtlarında hep bizim ya da çevresinin izleri oluyor gençlerin.
İşte bu yüzden........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein