Muhafazakâr 'çile'

Göksun Yazıcı

Amerikan muhafazakârlarının ‘çile’si bitmiyor! Dünyanın kendileri için yaşaması zor bir yer haline geldiğini tekrar tekrar dile getiriyorlar. Son dönemde en büyük yakınma muhafazakâr gazeteci Helen Andrews’den geldi. ‘Büyük Kadınlaşma/ Dişileşme‘ (Great Feminization) olarak çevrilebilecek makalesini Washington DC’de düzenlenen Ulusal Muhafazakarlık Konferansı’nda da sunan Andrews, tüm çevrelerde yeni bir tartışma da başlatmış oldu.

Andrews’in tezi, muhafazakâr korku siyasetine yeni veriler sağlıyor. Yapay zeka, kayıtlı/kayıtsız göçmenlerden sonra erkeklerin işlerini kadınlar alıyor korkusunun yayılmasını sağlayan Andrews, bu tezini ‘istatistikler’e dayandırıyor. Hiç değilse yalan söylemiyormuş, diyenler olabilir, fakat unutmayalım, birçok ideolojik tez birtakım gerçek istatistiklere dayandırılarak biçimlendirilmiştir.

Andrews, ABD’de işyerlerinin ve çalışma yaşamının kadınlaştırılmasını anlatırken şu istatistikleri kullanıyor:

“2016’da Hukuk fakültelerindeki öğrencilerin ve hocaların çoğunluğunu kadınlar oluşturmaya başladı, avukatlık bürolarındaki avukatların çoğunluğu da kadın oldu bu tarihten sonra. 2018’de New York Times muhabirlerinin çoğunu kadınlar oluşturmaya başladı ve şu anda çalışanların yüzde 55’i kadın. 2019’da Tıp fakülteleri öğrencilerinin çoğunluğu kadınlara geçti. 2023’te kadın akademisyenler çoğunluk haline geldi.”

Bunlar ‘doğru’ rakamlar, Andrews işte bunun bunun üzerine ‘büyük kadınlaşma‘ hikayesi yazıyor. Andrews’e göre en büyük kayıp hukuk alanında veriliyor, çoğunluğun kadın olduğu hukuk sisteminde tüm kararların erkekler aleyhine çıkacağından emin. Eğer hukuk kadınlaşırsa, diyor Andrews, tüm hukuk, istismar ve taciz davalarında kadınları koruyan Title IX (bizdeki 6284 numaralı kanun ve çıktığımız İstanbul Sözleşmesi gibi) işlemeye başlar.

İşte muhafazakârların çilesi de burada başlıyor, ya hep kadınları korursa hukuk, ne olur? Muhafazakâr cevap basit: O zaman somut delillerle suçlanma şartı, yani masumiyet karinesi elden gider ve hukuk, hukuk olmaktan çıkar, herkesin istediğini suçladığı bir komediye dönüşür, diyor Andrews.

Andrews, elbette tüm muhafazakârların en nefret ettiği ‘Kadının beyanı esastır’ ilkesine yeni bir saldırı geliştiriyor. Oysa cinsel şiddet, istismar, ev içi şiddet gibi durumlarda somut delil sunamama durumunda mağdurun beyanının esas alınması dışında böyle bir ilke yok ve olamaz da. Bir kadın bir erkeği hırsızlıkla suçluyorsa örneğin, beyanı hiç de esas alınmaz, kanıtlama ve delil sunma yükümlülüğü suçlayan kadında olur. Cinsel şiddet ve şiddet gibi durumlarda da kadın beyanı esastır anlayışı, sadece kanıt yükümlülüğünü karşı tarafa geçiren bir........

© Diken