Pembe Şekerler

Dillerine sağlık, dedi. Dilin dert görmesin. Gönlün kocamasın. Yavruların öksüz kalmasın. Daha da diyecekleri vardı ama benim işim çoktu, hevesim ve fikrim de çoktu. Hepsini hizaya çekmem gerekiyordu. Nizam önemliydi. Sabırlı olmalıydım.

Dedem Korkut’u aradım. Cep telefonu yok henüz. Gözlerimle aradım onu ve kendilerine ulaşamadım. Gönlümün gözüyle arayınca ulaştım nihayet. Sekreter bulsa iyi olacak. Olmuyor böyle. Bu işler parayla değil hem, kaşıkla da değil, keşikle. Sırası gelen sırlanıyor öyküye.

Biz seni saldık, dedi Korkut’um Atam. Bir kayıkla çayıra, ırmağa, dereye, nehre ve oradan da toprağa karış diye. Kırklar, yediler, pirler hürmetine. Gözden ırak olsan da gönülden uzak olma, yıkılma sakın, dedi. Şiir gibi oldu hikâyeden hallice. Gözüne girmişim iyice. İnsana rast gelmişim demek, insan olmuşum evvela. Ol anda Fatıma anamız soyundan bir alp, Müslüman kadın.

Buralara kök salmışsınız Dedem, dedim. Bir işe başlamak da bir işi bitirmek de dua hep buralarda.

Şu sıralar yuttuğum laf, tuttuğum altın. Mevsim ve bahçe bana sarıyı çağrıştırsa da perişanlık, çokbilmişlik, bencillik hep pembe. Gül pembe. Elimde bohça, kafamı sokacak bir delik arıyorum. Bulmak ne mümkün? Gardırop dolu. Çekmeceler istif. Vestiyerde bir misafirlik yer yok. Taştım, taşacağım. İçim kaynarken içime bir kepçe koyup ateşi de azaltmayı akıl edemiyor mu hiç kimse? Ah şöyle sakince pişeyim. Sonra benden önce çocuklar süt içsin, misafirler için sütlaç, kalanı da yoğurt olsun tabi. Zehir olsa........

© dibace.net