Selda Bağcan… Biricik, Benzersiz Bir Ses…
İspanyalı müzik eleştirmeni-yazar Vicente Fabuel’in: “Türk vokalisti Selda, doğu kültüründen çıkmış sayılı efsanevi kadın seslerden biridir. O, büyük çöllerin ortasında az bulunan vahalar gibidir. Bir insan nasıl bu kadar çevik, bu kadar derin, bu kadar yaratıcı ve bu kadar hissederek şarkı söyleyebilir.” diye bir yorumu var. Buradaki Selda, Selda Bağcan. Benzersiz, biricik sesiyle; yürekten, ta içerden yorumuyla gönlümüzün başköşesinde oturan Selda… Her ne kadar sesiyle, yorumuyla bütün dünyada tanınsa da sahnede devleşse de kendi hakkında: “Ben son derece mütevazi, boynu bükük, içine kapanık, yay burcu bir sanatçıyım. Aslında kendime baktığım falan yok. Özel bir şey yapmıyorum. Olduğum gibiyim, makyaj yapmam. Çok yemek yerim, zayıf değilim.” diyerek çok alçakgönüllü, kibirden uzak, samimi, sıcak cümleler kuruyor. Sesi dünyayı taşıyor Selda’nın. Sesi bir dünya… Dünya kadar acıyı, hüznü, hasreti, yokluğu, yoksunluğu, kederi, kaderi… taşıyor. Bir hüzün yağmuru gibi… Bir ağıt gibi… Bir dua gibi… Söylenmemiş bir mısra gibi…
Sesinde Nesimi, sesinde Pir Sultan, sesinde Karac’oğlan, sesinde Dadaloğlu, sesinde Âşık Veysel, sesinde Mahzuni Şerif, sesinde Muhlis Akarsu, sesinde Neşet Ertaş… Sesinde baştan başa Anadolu… Sesinde Kerbela yazıları… Sesinde susuzluktan kırılan yavrular… Sesinde ılgıt ılgıt esen seher yelleri… Sesinde ince ince yağan karlar… Sesinde duvarlarına güneş değmeyen mapushaneler… Sesinde okulsuz köyler… Sesinde çamura batmış çocuklar… Sesinde yavrusunu yitirmiş analar… Sesinde yoksulluğu azık etmiş babalar… Sesinde sevdiğini gurbete yollamış genç kızların ağıtları… Sesinde yokluğa, yoksulluğa isyan… Sesinde dosta söylenmiş en içli sitemler… Sesinde bir Leyli’nin ataşına yanmış yürekler… Sesinde derdine derman arayanlar… Sesinde yalan dünyaya kocaman bir ah… Sesinde hasretin yangını… Sesi bir yangın yeri… Sesi bir talan… Sesi gönül zembereğini paramparça eden bir iksir… Sesi bir yakarış… Sesi bir başkaldırış… Sesi bir sonsuzluk… Sesi bir coğrafyanın yekûnu…
Selda’nın sesinde hayata dair ne varsa, ne söyleniyorsa bambaşka bir boyuta evrilir. Sevda da aşk da acı da sevinç de gerçekte hiç olmadığı gibi sarıp sarmalar hepimizi. Onu dinlerken şimdiden, var olandan uzaklaşırız. Bir turnanın kanat vuruşuyla Anadolu’nun derelerini, ovalarını, dağlarını, yaylalarını dolanırız. Çocukluğumuza uçarız. Uzun gecelerde büyüklerimizden dinlediğimiz cenklere, cönklere, masallara, mesellere… Bir turnayla acıya kesmiş bir bozkırda semaha dururuz. Kerbela yazılarında kanı pusem pusem akan Huseyn’le döneriz, döneriz, döneriz… Sonsuz bir katarla çekip gideriz dünya denen bu kârubân-haneden. Selda’nın sesinde Pir Sultan siyaset meydanına girer. Siyaset meydanına… Can u tenden geçen, sözü yere düşürmeyen, yiğit, siyasetin ayak oyunlarını bilmeyen, serapa dürüst, yolundan dönmeyen Pir… “Kadılar müftüler fetva yazarsa/İşte kemend, işte boynum asarsa/İşte hançer, işte kellem keserse/Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”
Selda türküler, hoyratlar, ağıtlar, bozlaklar, uzun havalar, deyişler,........
© dibace.net
