Baran: “Köhne… Köhnelik Roman Mekânları ve Anlatıdaki Tüm Yaşamlar İçin De Geçerli.”

“Köhne” son romanınız. Okuru bol olur umarız. Öncelikle kitabınızın adından başlamak isteriz. Neden “Köhne”? Bu ad neyi karşılıyor?

Bu adın romanın genel atmosferine uygun olduğunu okuyanlar göreceklerdir. Romanın bir bölümünde anılan bir kasaba var, onun da adı Köhne. Ama bu köhnelik romanın diğer mekânları ve anlatıya konu olan tüm yaşantılar için de geçerli.

Romanda bol miktarda eylemsi (sıfat fiil, zarf fiil…) kullanıyorsunuz. Bu durum metne hareketli bir görüntü sağlıyor. Aynı zamanda “kırk dereden su getirmek, başında kavak yelleri esmek, yağlı kapıya konmak (yağlı kapıya gelin gitmek), ana bir bacı iki gerisine salla siki, kuş olup uçmak, ayvayı yemek…”gibi deyim ve atasözlerini de kullanarak metinlerinizde bir ritim oluşturuyorsunuz. Sözcüklerin bir ses değeri varken sizin metinlerinizde cümlelerin de ses değeri taşıdıklarını görüyoruz. Sözcüklerin ses değeri varken, cümlelerin de ses değeri taşıdıklarını görüyoruz. Burada bir anlatım tekniğinden söz edebilir miyiz ya da bu bir bilinçaltı ritmi mi?

Çok güzel bir soru. Benim peşinde olduğum da bu teknik, bu ritim. Çünkü daha ilk cümleden okuru yakalamak, ilgisini çekmek ve hikâyenize onu inandırmak zorundasınız. Okuru avucunuzun içine almak için elinizde kelimeler ve dolayısıyla cümleler var. Cümleler dediğinizde onun üzerine eğilmeniz, önüne arkasına bakmanız gerekir. Okur, bu aşamada anlam aramaya başlar. Yazarın yaratmak istediği anlamın peşine düşer. Böylece metnin ruhuna yaklaşır. Metnin ana unsurlarından olan karakterlere ulaşmak böyle gerçekleşir. Onlar, size kendilerini anlatmak için hikâyelerini yaşamaya, kendilerini anlatmaya, kısacası konuşmaya başlarlar.

Yazar, bu aşamada, kimi zaman onların yanında, kimi zaman da biraz uzak, her şeyi görüp gözeteceği bir mesafede durarak onları dinlemeye, anlamaya başladığında karakterlerin yaşama biçimleri, konuşma tarzları, hayatlarını sürdürürken yaslandıkları her şey birer birer gözümüzün önüne gelmeye başlar. Benim anlattığım karakterler böyle konuşuyorlar, bizim insanımızın genel yapısı bu. Ben de konuşurken atasözleri ve deyimler ben farkında olmadan, onları çağırmadan gelip elimden tutuyorlar.

Kurmacalarda, özellikle romanda hemen hemen dünyanın bütün edebiyatlarında var olan klasik tiplerin (Patron, polis, esnaf, devlet memuru, öğrenci, köylü tipi…) derinlemesine işlenmesi ve çok yönlü anlatılmasıyla karakter ortaya çıkar. Romanınızda çok da alışık olmadığımız bir erkek figürü, karakteri var: Klasik Türk ailesinde karısına yardım eden, hatta daha da ileriye gidip el işi yapan, örgü ören, sarma saran, bulaşık yıkayan, ekmek yapan, kadınlarla toplanıp muhabbet eden, elinden her iş gelen erkek tipine pek rastlanmaz. Sizin romanınızda yarattığınız Şakir Türk karakter yapısına aykırı. Yukarıda söylediğimiz her şeyi yapıyor. Söz konusu Şakir karakterini yaratmadaki amacınız neydi, bu karakterin sembolize ettiği bir arka plan sorunsalı var mı?

Şakir, tam da böyle bir karakter olduğu için romana girdi. Çok haklısınız, Şakir, edebiyatımızda alışık olmadığımız bir tip. Anadolu’da neredeyse kaç-göçün olduğu bir dönemde kadınların arasında böyle bir erkek tipi yadırganabilir ilk başta. Ama böyle insanlar hep vardı, var ve olmaya devam edecek. Tıpkı kadın adının önüne “erkek” takısının getirildiği gibi bunun tersinin de erkekler için uygulandığını biliyoruz. Çocukluğumdan hatırlıyorum, isminin önüne “Kız” lakabı takılan erkek komşularımız vardı örneğin. Anadolu insanı bunu kendi içinde eritecek, hoş görecek ve normal karşılayacak bir anlayışa sahipti bir zamanlar.

Edebi eserin ana unsurları (olay, olgu, mekân, zaman, şahıs kadrosu…) arasındaki uyumun sağlanabilmesi onları bir altın oranda buluşturmakla gerçekleşir. Edebi eserde işlevsiz nesne olmamalıdır. Çehov’un tiyatro için söylediği malum “sahnede bir silah varsa patlamalıdır” sözünde olduğu gibi, öykü ve romanda da bu kural geçerlidir. “Köhne” romanında geçen loş, karanlık, dar ve uzun bakkal dükkânının betimlemesinden sonra yazarın, bu mekânı bilinçli tasarladığını ve burada çok da hayırlı olmayan olaylar gerçekleşeceğini tahmin etmek zor değil. Özellikle Dostoyevski romanlarında rastladığımız kahramanın psikolojisine paralel mekân betimleme tekniği sizin romanınızda da gayet başarılı kullanılmış. Bu cümleden olarak benzer kullanımlara kahramanların adlarının seçiminde de rastlanılırken sizin art niyetli kahramanınız bakkala, kale muhafızı, koruyucu anlamına gelen Feramuz adını vermeniz bir çelişki değil mi? Ad seçimlerinde kahraman adlarının konuyla bütünlük arz etmesine dikkat ediyor musunuz?

Bir kurmaca metinde noktalama işaretlerinden kelimeyi oluşturan harflere varıncaya kadar her unsur önemli olduğu gibi karakterlere verilen adlar da son derece önemlidir. Gündelik hayatta kulağıma çarpan farklı, ilginç adları not ederim. Bir metne başladığımda karakter adlarını seçerken bu notlar bana yol gösterir. Yazı hayatı dışında da kişi adları ilgimi çeker. Neden bilmem, tanıştığım kişilerin adlarını aklımda tutamam ya da karıştırırım. Her ne nedenle olursa olsun kişi adları zihnimde ayrı yer tutar ve bu yüzden yazdıklarıma yansır. Son öykü kitabım Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor’daki “Yedi Kaleminen Yazı Yazarım” adlı öyküde, doğacak oğlunun adını........

© dibace.net