Ataşçı: “Bu Topraklarda Yüzyıllardır Kendini Tekrar Eden Büyük Acılar Yaşanıyor.”
“Meryem’in Çiçekleri” 1915 Ermeni Tehciri ve öncesindeki olayları konu alan bir dönem romanı. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler dönemin atmosferinden kaynaklı tehcire tabi tutulmuşlar ve bu tehcirin uygulanması aşamasında Türkler, Ermeniler, Kürtler kısaca Müslümanlar ve Gayrimüslimler çok kayıplar, acılar yaşamışlar. Neresinden bakarsak bakalım büyük trajediler… Bu olay aynı zamanda yıllarca siyasi, ideolojik, etnik kavgalara, tartışmalara yol açmış. Olay çoğu kez bağlamından koparılarak uluslararası siyaset arenasında malzeme yapılmış. “Meryem’in Çocukları” romanı bütün bu siyasi, ideolojik olayların dışında sürecin bizzat içinde olan insanların hikâyelerine odaklanıyor. Kötülüğün kol gezdiği bir ortamda yeşeren iyiliklere, iyilere ayna tutuyor. Abdullah Bey toplumun böylesine bıçaksırtı gördüğü bir hadiseyi romanlaştırmak fikri nasıl doğdu sizde? Romanı yazma aşamalarından bahseder misiniz?
Meryem’in Çiçekleri’nin ilk epigrafını Baudelaire’den aldım biliyorsunuz. “Geçmişi canlandırmak için vesikalar yetmez.” Bu sözü hiç şüphesiz gerçekleri anlamak için belgeler yetmez, şeklinde de okuyabiliriz. Meryem’in Çiçekleri’ni yazmamın en önemli nedenini bu söz söylüyor zaten. Bu topraklarda yüzyıllardır kendini tekrar eden büyük acılar yaşanıyor. Geçmişin, şimdiki zamanla ve belirsizlik içindeki gelecekle içiçe geçtiği bir kaos döneminden geçiyoruz. Bu topraklarda farklı kimliklere, inançlara sahip insanlara her gün her şey yapılabiliyor. Farklı olmanın, belki daha doğru bir ifadeyle farklılaştırılmış olmanın bir bedeli var. Hem de büyük bir bedel bu. Bunu hatırlatmak, romanın kahramanları aracılığıyla dertleşmek, zamana bir im koymak amacıyla yazdım Meryem’in Çiçekleri’ni, diyebilirim. Gerçekleri söylemekten, yazmaktan korkan bir toplumuz ne yazık ki.
Herkesin her şeyi bildiği halde inkâr ettiği, büyük bir güçle aygıtlarını sergileyen devletten korktuğu için onun gibi düşünen, farklı düşünmeyi dahi kendine yasaklayan insanların yaşadığı garip bir ülkeyiz. Devletin günahlarını yazmak hep bıçaksırtı olarak görülüyor ne yazık ki… Hatta büyük acıları yazmak nedense pek hoş karşılanmıyor gibi de geliyor bana. Sadece okuyuculardan söz etmiyorum. Sanatçılardan, yazarlardan, eleştirmenlerden, kendine aydınım diyen insanlardan söz ediyorum. Bir Kürt’ün Kürt sorununu, bir Ermeni’nin, 1915 soykırımını, bir Yahudi’nin, Varlık Vergisi’ni, Bir Rum’un, 6-7 Eylül Olayları’nı konu edinen bir metin yazması pek hoş karşılanmıyor… Hatta birçoğunun gözünde bunları yazmıyorsan makul bir yazarsın. Sana bir opsiyon tanıyarak çizilmiş sınırların ötesine gitmek yok diyor edebiyatın iktidarı. Uzun zamandır hissettiğim bu.
Daha yakın bir zamanda aramızdan ayrılan Mario Levi’nin ülkedeki azınlıkların sorunlarını kendisine dert etmediğinden baş tacı edildiğini gördüm. Oysa bu ülkede yaşayan bütün yazarların bu büyük meselelere el atması gerekmez miydi? Bir Kürt’ten önce Türk’ün, bir Ermeni’den önce Kürt’ün ya da bir Alevi’den önce kendisine Sünni diyen birinin ötekinin yaşadıkları acıları kendisine dert etmesi gerekmez miydi?
Gerek önceki romanınız “Heder Ağacı”nda gerekse “Meryem’in Çiçekleri”nde doğanın ayrı bir yeri var. Doğa bir roman mekânı olmaktan çıkıyor yaşayan bir karaktere dönüşüyor. Tasvirleriniz capcanlı… Bir dereyi, bir kuşu, bir ağacı, gökyüzünü, bir bahçeyi anlatırken resmen orada ve o canlılarla birarada oluyoruz. Nedir bunun hikmeti? Bu, neden böyle?
Çocukluğumda her gün insandan çok ağaç, hayvan, dere ve dağ gördüm. İnsanların az, diğer her şeyin çok konuştuğu bir coğrafyaydı doğduğum köy. Hele erkekler neredeyse hiç konuşmazlardı. Genç kadınlar konuşurdu ya sesleri duyulmazdı neredeyse. Ama yaşlı kadınlar yıllardır konuşmaya aç kalmışlar gibi durmadan konuşurlardı. Gecenin içinde kaç gece saklarlardı, bilmemin imkânı yoktu. Sırlarını ifşa ediyormuş gibi, ölmeden önce en önemli sözlerini söylüyorlarmış gibi konuşurlardı. Gayeleri kendilerini anlatmak değildi, geçmişten, dağları, dünyanın yaşadığımız yerden ibaret olmadığını göstermek için uzakları, bildiğimiz dünyanın ötesinde başka dünyaları........
© dibace.net
