Anadolu’nun Türkleşmesi: Yesevî Hikmetleri mi, Göç Dalgaları mı?

Anadolu’ya gelen Oğuzların Ahmed Yesevî’nin hikmetleri ile bu coğrafyayı “Türkleştirdiği ve İslâmlaştırdığı” tezinin yanlışlanabilirliğini konuşuyoruz. Teze göre Anadolu, baskıcı ve zorba siyasal programla değil, tasavvufî esaslarla yürütülen “gönülleri fetheden” bir çalışmayla dönüştürülmüştür. Bu tezin tarihsel veya kültürel verilerle desteklenemediğini ifade ediyoruz. Görüşümüzü beş maddede açıklamaktayız:

Birinci olarak-Anadolu Mayası Değil Türkmen Mayası: Anadolu’daki Türkleşme, Büyük Selçuklu Devleti’nin İran havzasında yerleşmesini kendisi için tehdit olarak değerlendirdiği Oğuzları Anadolu’ya itmesi ile gerçekleşmiştir. Diğer ifadeyle Anadolu’nun Türkleşmesi, sufî bir çabayla değil, Selçuklu’nun iteklediği nüfus hareketi ile gerçekleşti. Anadolu bir başka dalgasını ise Moğol istilası ile yaşadı. Anlaşılacağı üzere her iki göç dalgasının etkisiyle Anadolu’da bir Türk yoğunluğu ortaya çıkmış ve bu da coğrafyanın Türkleşmesini sağlamıştır. Nüfus hareketinin varlığı Yesevi hikmetlerinin “Anadolu Mayası” olarak işlev görmemiş olduğunu göstermektedir. Bu ifademizin kanıtı olarak Baykan Sezer’in yazdıklarını gösterebiliriz:

“Büyük Selçuklular, kan kardeşleri olan Orta Asya göçebelerini İslâmiyet üzerinde bir tehlike teşkil etmelerine izin vermeden Bizans üzerine yöneltiyordu. Yeni gelen Türkler, böylece kendilerine yeni bir vatan buluyorlardı. Türk göçebeleri, Anadolu yaylalarında İslâm uygarlığından uzak kalıyorlardı (…) Anadolu ‘dar-ül harp’ sahası olarak kaldıkça göçebe kalmış Türk kabileleri, Büyük Selçuklular için ciddi bir sorun teşkil etmeyecektir. Büyük Selçuklular, bu göçebe kabileleri İslâm akıncıları olarak kullanıyor, Bizans’la sürüp giden savaşlarda eriyeceklerini umuyorlardı. Fakat Bizans, bu akınlara karşı tutunamadı.” (Sezer, 2011: 137).

Benzeri bir yorum Umut Güner tarafından da yapılmaktadır. Aşağıdaki alıntıdan da görüleceği üzere Oğuzların Anadolu’ya ilgisi Anadolu’nun “Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması” gibi bir amaçla açıklanamamaktadır. Selçuklu Devleti kurulunca, Oğuz Yabgu Devleti’nden kendisine akan Türkmen-Oğuz nüfusla çatışmaya başlar. Bu topluluklardan kurtulmak için onları Bizans’ın üzerine yönlendirir (özetleyerek aktardım):

“Burada üzerinde durulması gereken husus, Selçukluların batıya doğru genişlemesinin ardında yatan asıl sebeptir. Bu sebep, hiç kuşkusuz ‘Türkmen meselesi’dir. Selçuklular, Türkmenleri de kapsayacak şekilde hâkimiyet alanlarını genişletmek istemiştir. İzlenen politika, hâkimiyet altında tutulması güç olan Türkmenleri batıya doğru yönlendirmek olmuştur. Türkmen muhacereti, Abbasi halifesinin şikâyetine de konu olmuştur. Dolayısıyla bu mesele Tuğrul Bey’in devleti merkezileştirme siyaseti içinde çözüme kavuşturulması gereken en büyük problemdir. Zira doğudan gelen Türkmenler, başlarında bulunan feodal beyler aracılığıyla İslâm şehirlerini yağmalıyor, yerli halk ile mücadeleye giriyor, Tuğrul Bey’in iktidarını dahi zaman zaman tanımıyordu. Mervanî emiri Nasruddevle de Tuğrul Bey’e Türkmenlerden dolayı şikâyette bulunmuştu. Tuğrul Bey, Türkmen zümrelerden kafir Bizans’a karşı faydalanılması gerektiğini tavsiye etmiştir. Göç eden Türkmenlerin önemli bir kısmı İbrahim Yınal’ın hâkimiyetine girince, o da bundan menfi olarak etkilenmiş, Türkmenleri batıya yönlendirme politikasına yönelmiştir. Yınal, Türkmenlere ‘Sizin yüzünüzden ülkem sıkıntı içine girdi. Yapmanız gereken Rumlara karşı gazaya çıkmaktır’ demiştir. Tuğrul Bey, Türkmen muhacereti ile ülke topraklarını rahatlatmak istemiş, ayrıca hâkimiyet alanını genişleterek iktidarını güçlendirmeyi düşünmüştür” (Güner, 2024: 51-52).

Görüldüğü üzere Selçukluların Anadolu’ya yönelişinin asıl sebebinin “Anadolu’yu mayalamak” değil, Oğuz-Türkmen kütlesinin İran coğrafyasında kalmasını önlemek ile ilişkilendirilebileceği söylenebilecektir.

İkinci olarak-Kelamlı Değil, Silahlı Dervişlik: Anadolu’daki sufî yönelişin Ahmed Yesevî’nin öğretileri ile ilişkili olduğu da ispatlanamamıştır. Zira örneğin Babaî ayaklanması 1240’ta gerçekleşmiştir. Ahmet Eflaki (öl. 1360) Baba Resul‘e müritlerinin “Baba Resulullah” diye hitap ettiklerini ve peygamberlik iddiası ile isyana kalktıklarını yazmıştır. Ali Rıza Özdemir, tarihçilerin Baba İlyas’ın ve o öldükten sonra Baba İshak’ın “peygamberlik” iddiası ile ayaklandığı, hokkabazlıkla meşgul olan, muska yazan bir şeyh olduğu yolundaki kayıtlarından örnekler verir (özetleyerek aktardım):

Sibt ibnu’l-Cevzî (öl. 1256), Mir’âtü’z-Zaman fi Tarihi’l A’yan adlı eserinde, ‘Baba’ adındaki bir Türkmen’in (muhtemelen Baba İlyas) peygamberlik iddiasıyla harekete geçtiğini yazmaktadır. Türkiye Selçuklu saray tarihçisi İbn Bibi (öl. 1285 yılından sonra), el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye fi’l-umûri’l-ʿAlâʾiyye adlı eserinde Baba İshak’ı şöhret sahibi olmak isteyen, sihirbazlık ve hokkabazlıkta ustalaşan, muska........

© dibace.net