Kestaneden Duduk Olur Mu?
Tüm dünyaya sevinç ve merakla baktığım günler.
Yılmaz Güney film çekiyormuş, beyaz bir arabayla benzinliğe gelmiş. Top sahasından koşarak onu görmeye gidiyoruz. Arabanın şoförü, istasyonun yarım akıllı pompacısıyla dışarıda bir şeyler konuşuyor. Önde, şoför mahallinde şişman, tıknaz biri oturuyor. Kucağında James Bond çanta. Yılmaz sağ arka köşede, dalgın. Biraz da düşünceli ve üzgün galiba. Önümdekileri iterek yaklaşıyorum arabaya. Arkadaşlarım cesaretime saygı gösterip, sessizce çekiliyorlar kenara. Ellerimi arabaya dayayarak yüzümü değdiriyorum cama ve gülüyorum. “Yılmaz Abi,” diyorum yavaşça. “Abi, seni çok seviyoruz biz. ”Bir süre daha düşüncelice önüne baktıktan sonra, kaldırıyor kafasını ve gülümsüyor. Tıpkı filmlerdeki gibi. Deponun kapağını kapatıyorlar sonra ve araba hareket ediyor. “Yılmaz Abi, Yılmaz Abi” diye bağırıyoruz, var gücümüzle. Camın arkasından elini sallıyor ve gidiyor istasyondan.
……
Taş köprünün biraz yukarısına, tahtadan bir köprü daha yapıldı. “İkinci boğaz köprüsü kasabamızdadır,” diyor belediye başkanımız. Kadim arkadaşım Ertaş’la tuzlu fıstık yiyerek geçiyoruz asma köprüden. “Test sorusu olarak, asma köprüden tuzlu fıstık yiyerek geçen ilk insanlar kimlerdir?” diye bir soru sorulursa eğer, cevabını hemen veririz artık,” diyor Ertaş. Fen Lisesi sınavlarına hazırlanıyoruz ve her şey bir “test sorusu” gibi geçiyor hayatımızdan…
Volkan Abi, açık hava sinemasını işletiyor ve ben her akşam gazoz kasalarıyla içeri girip bir daha dışarı çıkmıyorum. Bazı filmleri beş-altı kez seyrettiğim oluyor. Babam işleri büyütmüş, artık “Peri Meşrubat Sanayi”siyiz. Kasabanın sunucusu Kara Mustafa, düğündeki takı töreninde babamı anons ederken, “Kasabamızın fabrikatörlerinden,” diyor. Ağzı kulaklarında babamın, inanıyor galiba.
Zayıf, kısa boylu, soluk benizli ve hastayım. Beden eğitim derslerinde çok kötüyüm. Kasa-minder hareketlerinde, bir de barfikste, sürünüyorum sanki. Babam, Nevşehir’de bir doktora götürdü, muayene için. Çok kansızmışım ve kalbimde de bir üfürüm varmış. Annem, her sabah dalak kızartıyor ocakta, çok pişmeden yersem, daha iyiymiş.“Et kanlı gerek, yiğit canlı gerek,” diyor, ocağın üstündeki yarı çiğ sakatatı toplarken. Sol kulağım da akıyor sürekli. Ama olsun, bu sene de okul birincisiyim işte. Müdürümüz Rıza Bey, Nacar kol saati hediye ediyor. “Hislon olsa daha iyiydi,” diyor abim. Babamın çocukluk arkadaşı, banka müdürü Hasan amcanın büyük oğlu Ali Doğan Abi Ankara’dan gelmiş, bizde kalıyor. ODTÜ’de okuyor ve Deniz Gezmiş’i tanıyormuş. “Fen lisesine mutlaka girmelisin,” diyor bana. Test kitapları gönderecek Ankara’dan. Ali Doğan Abi, annemin çömlek fasulyesini çok seviyor ve İngilizceyi su gibi konuşuyor.Bir çocuk ırmakta kaybolmuş bugün. Annesi bütün gün ırmak boyunca ağlayarak, gezindi durdu. Nevşehir’de ülkücüler Avanoslu birini dövmüşler. Dayım, Ecevit’ten söz ediyor sürekli…
Çocukluğum bitmiş, bozkırın içinden hızla gençliğime koşuyorum.
……
Ama, asıl büyük olayı babam açıklıyor evde:........
© dibace.net
