Yalnızlığın Tadı
Yalnızlığı hiç tattınız mı? Muhteşem bir lezzet. Hele ki Yıldız Sineması’nın önündeki adı lazım olmayan seyyar arabada satılan kalabalıklar içindeki yalnızlığı muhakkak denemelisiniz. Satıcının adını reklam olur diye veremiyorum. Ama uyarmalıyım. Yeni deneyecek olanlara tadı biraz garip gelebilir. Farklı bir lezzet, herkese hitap etmeyebilir. Ama pes etmeyip de devam edenler müptelası olabilir…
Aslında yalnızlığı ilk tadışım yıllar öncesine dayanır. Pek sevmemiştim o zamanlar. Henüz dokuz yaşlarında bir çocuktum. Annemin zamansız ölesi tutmuştu. Saçmaydı ölmesi. Bir anne, küçük bir çocuğu varken ölmemeli. Bencillik bu. Sanki ölüm kaçıyor. Tüm arkadaşlarımın, hatta Bahri’nin meme kanseri olan annesi bile yaşamaya devam ederken annemin kıytırık bir apandisit patlamasından ölmesi, tek kelimeyle yaşamdan kaçmak için bahaneydi. Yaşamdan kaçmak için bahane… Tek değil, dört kelime oldu ya neyse. Keşke annem daha iyi bir bahane bulsaydı da beni arkadaşlarımın gözünde küçük düşürmeseydi. İnsan bu kadar kolay ölmemeli. Mesela yengem gibi beyin kanamasından ölebilirdi annem, ya da dayım gibi kanserden, ne bileyim bıçakla kesilen karşı komşumuz gibi de hayata veda edebilirdi. Yeni tanıştığım kişilerden annemin ölümünü, nedenini sorduklarında alacakları cevaba gülecekleri korkusuyla saklarken sonraları onun aslında kalp krizinden öldüğünü söylemeye başladım. Annem öldükten sonra yemekleri babam yapar olmuştu. Tekrar evlendiği zamana kadar geçen bir yıl boyunca sık sık önüme yalnızlık koydu. Zehir gibi bir yalnızlık. Acıyla aram pek iyi değildir de. Evlendikten sonra kendisi yalnızlık yemeyi bıraktı ama bana vermeye devam etti. Ama tek farkla. Acısı daha azdı. Artık sevmiştim yalnızlığın tadını…
Sonra bağımlılık yaptı yalnızlık bende. Lise kantininde, üniversite yurdunda, sinema salonlarında, kalabalık amfilerde, alışveriş merkezlerinde, kız arkadaşlarımın koynunda, kalabalık bir bayram sofrasında, bir düğün yemeğinde, işe giderken sabah servisinde devam ettim yalnızlık yemeye.
Dün akşam eskilerin sisinde yüzü bulanıklaşan bir arkadaşımla karşılaştım. Bir yerlerde oturduk. Oturdukça sis dağıldı, bu sefer de yüzüne yılların bıraktığı kırık çizgiler yağdı. O anlattı, ben dinledim. İyi bir işi varmış, yüklüce kazanıyormuş, mutlu bir evlilik yapmış, üç buçuk artı bir evle eşiyle kendisine birer sıfır araba almış, zeki ve tatlı üç çocuğu varmış, bir gün onlara yemeğe gelmeliymişim, eşi çok güzel imambayıldı ve keşkül yaparmış. En küçük çocuğu bir yaşındaymış. İki erkek çocuktan sonra kız çocuğu ilaç gibi gelmişmiş. Adı Yalın’mış. Yalın yalnızlıktan geliyormuş. Dünyada ilk bilinen yalnızlık bir kadınmış. Bu öyküyü duymuş olmam gerekiyormuş. Madem duymamışım arkadaşım bunu anlatmalıymış:
Rivayet o ki Nuh Nebi zamanında yedi karısı ve kırk dokuz çocuğu ile yaşayan bir adam varmış. Adamın her........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein