Osmanlı’da Okuryazarlık, Bölüm 2: Osmanlı Eğitim Sistemine Bakış

Geçen haftaki yazıda, 1894 itibariyle Osmanlı İmparatorluğu nüfusunun T’ünün ve 10 yaş üzeri nüfusun f’sının okuma bildiğine yönelik Kemal Karpat’ın meşhur istatistiğini ele almıştım. Muğlak veriye dayalı kusurlu bir hesabın ürünü olan bu istatistiklerin doğru olmadığını anlatmıştım. Peki Osmanlı’nın son döneminde okur yazarlık gerçekte ne kadardı? Cumhuriyetin ilk nüfus sayımı olan 1927’de okuma bilenlerin oranı, 7 yaş üzeri nüfusta  olarak belirtiliyor. Fakat bu düşük oran da kimilerinde şüphe uyandırıyor. Harf devriminden hemen önce yapılmış bu sayımla yeni rejimin neyi nasıl ölçtüğü bir tartışma konusu olabiliyor. Bu tartışmaya giriş için bu yazıda geç Osmanlı döneminde ilköğretimin durumunu ele alalım.

Tanzimat dönemine kadar Osmanlı Müslümanları için genel eğitim, cami hocalarını yetiştiren medreselerden ve onların ders verdiği, ilkokula denk gelebilecek sıbyan (çocuk) mekteplerinden ibaret. Sıbyan mektepleri, devlet değil yerel eşraf tarafından camilerin ekinde kuruluyor. Hocayı, özellikle de vakıftan aylığı yoksa, gücü yeten aileler maddi olarak destekliyor. Çeşitli hatırattan anlaşıldığı kadarıyla, yoksul veya zanaat öğrenen çocukların okula devamlılığı yok ya da zayıf. Standart bir programı ve süresi olmayan bu okullar; erkek ve kız çocuklara daha çok Arapça dini metinler okutup ezberletiyor. Bazı Arapça gramer kitapları da kullanılıyor. Bu ise Osmanlı Türkçesi’ni okuma yetisi anlamına gelmiyor. Sıbyan mekteplerinde Türkçe okumayı ve yazmayı (“Türkçe kıraat”) öğretmekten bir yenilik önerisi olarak bahseden 1846 tarihli bir reform talimnamesinden anlaşıldığı kadarıyla o devir öncesi o pek yok.[1] Eski yazılı binlerce elyazmasının cumhuriyet dönemine aktarılmasında önemli rol oynamış Osman Nuri Ergin, “o zamana kadar biraz okuyup yazma bilenler [mektep öğrencilerinde değil] ancak medrese mensupları arasında” görülürdü diye yazıyor, Abdülhamid dönemi öncesi için.[2]

Kısacası geleneksel sıbyan mekteplerine katılım yaygın olsa da, Kuran kursu gibi düşünülebilecek bu mekteplerin Osmanlı Türkçesi metinler için fonksiyonel bir okur yazarlık sağlayabildiği şüpheli. Zaten seküler okullar da bu yüzden kuruluyor.

Sekülerden kastım; geometri, coğrafya, sağlık bilimi gibi dindışı konuların da eğitim programına dahil edilmesi. Modern seküler eğitim, 19. yy başlarında devlet eliyle ve her anlamıyla tepeden başlıyor. İlk seküler eğitim kurumları, orduyu modernleştirmek için kurulan askeri yüksek okullar. Fakat geleneksel mekteplerden çıkan öğrencilerin bu yüksekokullarda öğretilenleri okuyup anlayabilecek nitelikte olmadığı fark edilince, seküler eğitim bu en tepe seviyeden kademe kademe aşağı iniyor. Önce ortaöğretim seviyesinde askeri ve sivil rüşdiyeler ve idadiler kuruluyor. Sonra bunlara gelen öğrencilerin de uygun yetilere sahip olmadığı fark edilince, askeri rüşdiyeler derslerini ilkokul seviyesinden başlatıyor. Sonunda sivil sistem de bunu takip ederek ilkokul seviyesinden itibaren usul-ü cedid (yeni metot) ile eğitim yapan iptidai (ilk) mektepleri yani modern ilkokulları kuruyor. Artık 19. yy’ın ikinci yarısından bahsediyoruz. Bu sırada usul-ü atika (eski metot) ile eğitim yapan geleneksel sıbyan mektepleri de paralel bir sistem olarak varlığını sürdürse de zamanla yeniye çevrilerek yavaş yavaş azalacaklar. Basitçe özetlersek, modern asker olarak yetiştirilecek insan kaynağının niteliğini geliştirmek için, sonunda bütün eğitim sekülerleşmek zorunda kalacak.

Resim: Bir mahalle mektebi (Tanzimat’tan sonra)[3]

Peki ortada kaç okul, kaç öğrenci var? Herhangi bir rakam telaffuz etmeden önce bir uyarı lazım. Bu konuda Osmanlı devletinin resmi belgeleri önemli çelişkiler ve eksikler içeriyor. Mesela bir belgenin toplam diye verdiği rakam aynı belgedeki satır toplamlarını tutmuyor. Bir senenin salnamesinde listelenen bir okul, birkaç sene sonraki salnamede ortada yok. Kapanmış mı, başka bir şeye mi dönüşmüş anlamıyoruz. Eğitim, merkezileşmemiş paralel sistemlerden oluşuyor ve başkent dışındaki vilayetlerin durumu hakkında devletin de güvenilir bilgisi yok. O yüzden tek bir yıl için bile Osmanlı’da okur yazarlık veya eğitim sistemi hakkında tek bir kaynaktan veya arşiv belgesinden bir doğru rakam çıkarmak mümkün değil, ancak çeşitli kaynakları kalibre ederek bir muhtemel resim oluşturmak mümkün.

Bu resmi şöyle özetleyebiliriz. 19. yy’ın son çeyreğinde okur yazarlığı yaygınlaştırmak için devlet eliyle ciddi bir efor ve şehirlerde alınan epey mesafe var. İlköğretimi kız erkek her çocuk için zorunlu hale getirmeye yönelik resmi yazılara II. Mahmud döneminden itibaren rastlanabilir. Bu konudaki ilk ciddi girişim ise Tanzimat bürokratlarının bir ürünü olan 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi.

Elbette ki bu nizamnamede yazılanlar, hemen veya illa hayata geçmiyor çünkü ilkokulların yine yerel eşraf tarafından kurulup donatılacağı, devlet hazinesinden yalnız daha üst seviyede sultaniler ve idadiler kurulacağı öngörülmüş ama o da pek yapılamamış. Ancak yine de bu çarpıcı bir reform girişimi. Bu şekilde Osmanlı İmparatorluğu, pek çok Batı devletiyle aşağı yukarı aynı dönemde eğitimi zorunlu hale getirmek için somut bir program ortaya koyuyor. Ayrıca 1883’te II. Abdülhamid’in öşür vergisinin bir kısmını Maarif Hisse-i İanesi adıyla bir eğitim fonuna aktarmasıyla okullaşma reformu düzensiz de olsa yeni bir bütçe desteği kazanıyor. Abdülhamid dönemi modern eğitimin özellikle vilayetlerde yaygınlaşmasına yönelik bir atılım dönemi oluyor. Tanzimat döneminde öngörülen, Hıristiyanların yerel eğitim kurullarındaki temsili gibi........

© Daktilo1984