Dünyanın en köklü sanat olaylarından biri hiç kuşkusuz Venedik Bienali. Bu yıl 60. kez gerçekleşti. 24 Kasım’da kapanmadan önce gidip görmek bana ancak nasip oldu. Sıcağı sıcağına duygularımı ve izlenimlerini paylaşmak istedim.
Venedik Bienali’ni mutlak görmek istememin başlıca nedeni bu yılki ana serginin küratörü Adriano Pedrosa’nın seçtiği ve kurduğu ana çerçeveydi. “Yabancılar Her Yerde” başlıklı ana serginin kavramsal açılımını anımsatayım:
Günümüzde tüm dünyaya egemen olan şiddetin, gerilimin, kaosun, bunalımın baskının gerisinde hep şunlar yok mu? Yabancı düşmanlığı, ayırımcılık, ırkçılık, ötekileştirme. Düşüncelerinden, dilinden, renginden, kökeninden, cinsel tercihlerinden dolayı dışlananlar, düşman ilan edilenler. Tarih boyunca sömürülenler. Sanatsal alanlarda yaratıcılığı, özelliği, değeri ve emeği yok sayılanlar. Kısaca görmezden gelinenler, yok bilinenler.
Şu yukarıdaki paragraftaki her tümce, bienalin iki farklı alanında (Arsenale ve Giardini) ve kente yayılmış tüm sergileri öyle ya da böyle kapsıyordu.
Gerek Nil Yalter gerek Gülsüm Karamustafa’nın çalışmalarını daha önce bu sayfalarda çok paylaştığımdan kısacık yazacağım:
Türkiye Pavyonu
Bu yılki bienalin “Yaşam Boyu Başarı Altın Aslan Ödülü”nü alan Nil Yalter’in eseri Giardini’deki Merkez Pavyon’un girişinde birinci odada sergileniyor. Sanatçının 70’li yıllara dayanan “Topak Ev” ve Nâzım Hikmet’in dizelerinden adını alan “Şu Gurbetlik Zor Zanaat Zor”un yeniden yapılandırılmasından oluşan eser. Ortada tüm simgeleriyle topak ev ve çepeçevre duvarlarda göçmenlerin gündelik yaşam içinde göz ardı edilen hayat mücadelesinin fotoğrafları ve Nâzım’ın birkaç dilde sözleri. Çok etkileyici. İKSV’nin koordinasyonunu üstlendiği Türkiye Pavyonu Gülsüm........