Bir kendimiz sevemedik
Yirmili yaşlardaydım. Türkiye’ye geldiğinde 5-6 dil bilen bir İngilizle tanıştım. Adanalı birine âşık olmuş, Adana’ya gelmiş, Türkçeyi Adana’da öğrenmiş. Kocası, Adana’daki çevresi İngilizce adına benzeterek ona “Sıla” demişler. Eşinden ayrılıp Adana’dan çıkmış, Akdeniz’den Karadeniz’e gitmedik kent, köy bırakmamış.
Türkçeyi, şiir yazacak kadar iyi öğrenmek istiyormuş. “Çocuk kitapları oku. İlkokul Türkçe kitaplarını bul, şiir de yazarsın, roman da” diyen olmuş. Bir öğretmen, “Ankara’ya git” demiş; sık sık TDK’ye gelir gider oldu. Hem güzel konuşmak hem güzel yazmak istiyordu. Çalışma saatlerim dışında buluştuğum Sıla’ya Türkçe öğretirken çok eğleniyor, çok da üzülüyordum. İyi eğitim aldığı belliydi; anadilindeki dil olaylarıyla karşılaştırarak Türkçenin ses uyumlarındaki matematiksel dizgeyi, “ettirgen-edilgen-işteş çatılar” gibi anlamsal-biçimsel özellikleri yolda belde sürekli sorguluyordu. Adını öğrendiği meyvelere, yemeklere düşkündü. Bir öğlen Tunalı Hilmi Caddesinde meyvelerle tablo yapan manava yanaştı, “Gardaş, buçuk kilo elma versene” dedi. Manav şakayı anlamamış, bana bakmıştı. Sıla, “Bacım sen önce bu agama Türkçe öğret. Bu........© Cumhuriyet
visit website