Yıl 1368, Nürnberg. Dünya, insan eliyle yapılan ilk ağaçlandırma çabasına tanıklık ediyordu. Bu öncü hareket, Orta Avrupa’dan öteye geçerek diğer bölgelere yayıldı ve yok olmuş ormanların yeniden yeşermesine öncülük etti. Ancak Anadolu toprakları bu yeşerme rüzgârından yoksun kaldı; binlerce yıldır çıplak bırakılan bu topraklar zamanla daha da yoksullaştı. Osmanlı döneminde herkesin serbestçe faydalandığı “cibal-i mübaha ormanları”, denetimsiz ve sınırsız kullanım sonucu tükenmeye mahkûm oldu.
Osmanlı kaynakları, bu dönemde şehir içi ağaçlandırmalar dışında kayda değer bir ormanlaştırma çabasının olmadığını gösteriyor. 1894-1916 yılları arasında, yabancılar tarafından kurulan birkaç hektarlık sembolik fidanlıklar dışında devletin başka bir fidanlığı bulunmuyordu. Anadolu’nun bir zamanlar 60 milyon hektar olan ormanları, 20 milyon hektara düşmüş ve bozkır alanı yüzde 13’ten yüzde 25’e çıkmıştı.
Bu koşullarda, mevcut fidanlıklarla anlamlı bir değişim sağlamak olanaklı değildi. Tahrip edilmiş Akdeniz ormanları ve diğer bölgeler, doğanın kendini restore edemediği bir noktaya gelmişti. Bu tahribatların geri dönüşümünün, yalnızca bilinçli ağaçlandırma ve özel nitelikli restorasyon çalışmalarıyla mümkün olduğu dünya genelindeki örneklerle kanıtlanmıştır.
Bu adımın ardından, 1929’da İzmir’de, 1937’de Eskişehir’de ve 1938’de Sivas, Çankırı ve Elazığ’da büyük orman fidanlıkları hızla kurulmaya başlandı. 1960’larda Türkiye genelinde ağaçlandırma için kapsamlı planlar yapıldı ve yıllık 300 bin hektar hedeflendi. Sonraki yıllarda yıllık ağaçlandırma miktarı zirveye çıkarak 144 bin hektara ulaştı. Bu başarıyı pekiştirmek adına birçok yeni fidanlık açıldı. Ancak yıllar geçtikçe bu rakam dramatik şekilde azalmıştır. Eğer 2000’li yıllarda belirlenen hedeflere bağlı kalınsaydı bugün........