İstanbul’un bin bir yüzünden bana yansıyanlar!

Sevgili okurlarım bu hafta oldukça sakin olan mahallemden çıkıp İnsan Hakları Derneği’nde yapılan 22. Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü ödül törenine ve canımız Celal Başlangıç’ın Almanya’da yapılan cenaze töreniyle, kıskançlıkla sevdiği ülkesinde eşzamanlı gerçekleştirilen anma törenlerine katıldım. Tören Basın Müzesi’nde yapıldı. Her iki törende konuşmacıydım, dostların arasındaydım ve geçmiş gene beni kuşattı. Özellikle Ayşe’nin töreninde tanıştığım LİSTAG’da (LGBTİ Aileleri ve Yakınları Grubu) aktif olarak çalışan Serpil Bilgin’in anlattıkları ve artık gördüğüm en kalabalık kent olan Kahire’yi bile geride bırakan İstanbul beni iyice şaşkına çevirdi. Öyleyse bugün konumuz İstanbul olsun, Boğaz hâlâ güzel ama ben bir başka İstanbul’dan söz etmek istiyorum.

2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Kenti projeleri arasında, benim on yıldır kurup yönettiğim “Herkes Film Yapabilir” atölyesinin bir projesi de vardı. Doksan dakikalık 10 kısa filmden oluşan “Dürbünümde İstanbul” adlı projenin hikâyelerinden biri de Tarlabaşı’nda yaşayan transseksüel bir genç adamın hikâyesiydi. Ben sanat yönetmeninden film kişisinin evi için son derece romantik, tüyler ve pembe yatak örtüleriyle döşeli bir oda yapmasını istemiştim. Ne olur ne olmaz diyerek başka bir projede birlikte çalıştığım, cinsel seçimlerinden ötürü mağdur kişilere yardımcı olan bir arkadaşımdan da bize bir transseksüel kişi bulmasını ve evini gezdirmesini istedim. İyi ki istemişim. Benim romantik hayallerim güzelce yıkıldı. O kişinin evi tek bir odadan ibaretti; ocak tuvaletteydi ve yağmur yağdığında odanın pek çok yerine kova koymak gerekiyordu. O gün anladım ki benim........

© Cumhuriyet