Vatandaşlık bilincinin olgunlaşmadığı, hak ve özgürlükleri arama kültürünün gelişmediği, hukukun ve demokrasinin yerleşmediği ülkelerde yaşamanın maliyeti de yüksek oluyor. Ekonomiyi; sınırsız insan ihtiyaçlarını, kıt kaynaklarla karşılama faaliyetlerini inceleyen sosyal bir bilim olarak tanımladığımızda tercihler devreye giriyor.
Finansallaşmış küresel ekonomiye bağımlı bizim gibi ekonomilerde ortaya çıkan ekonomik krizlerin; genellikle adil olmayan bir ahbap çavuş kapitalizminin işlediği, sorumluluğun, hesap verilebilirliğin ve şeffaflığın ortadan kalktığı, hukuk ve kural tanımayan rant edinme ve servet transferi süreçleri eşliğinde ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu ekonomilerde iktidarı elinde bulunduranların tercihlerini kimden yana kullandıkları önemli olmakta birlikte daha da önemli olan kamu yararını önceleyen kurumların ne kadar güçlü olduğu, hukukun ne kadar etkin olduğu, toplumun olan biteni sorgulayabilme ve itiraz edebilme kapasitesidir.
Türkiye’de Cumhuriyet Devrimlerinin en önemli hedefi; uygar, kalkınmış, barış içinde, sosyal, laik ve demokratik bir hukuk devleti inşa etmek olarak belirlenmiştir. Bunun için özgür düşünebilen ve sorgulayabilen yurttaşları çoğaltmak ve Cumhuriyeti ayakta tutacak kurumlar yaratmak öncelikli olarak ele alınmış, bu amaçla laik-bilimsel Eğitim Birliği Yasası hayata geçirilmiş, hukukun bütün alanlarında reformlara gidilerek ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel görevlerle yetkilendirilmiş birçok kurum oluşturulmuştur.
Ancak son 16 yılda adım adım........