İnadına Utanalım
Bu topraklarda uzunca bir süredir tuhaf bir hava dolaşıyor: Utanmamak, yeni bir erdem gibi sunuluyor. Pişkinlik “özgüven”, kabalık “doğruculuk”, hoyratlık “açık sözlülük” diye pazarlanıyor. Hannah Arendt’in cümlesi sanki tam bu iklim için söylenmiş: “Acı gerçek şu ki, kötülüğün büyük kısmı, iyi ya da kötü olmaya asla karar vermemiş insanlar tarafından yapılır.” Kötülük, çoğu zaman şeytani yüzlerden çok “tarafsızlık” kılığındaki kayıtsızlıktan besleniyor.
Tam da bu yüzden, aynı kelimeleri tersinden kurma ihtiyacı hissediyorum: “Utanmıyoruz” diyenlerin çağında, biz inadına utanalım. Ve bu utancı üç kelimede topluyorum: Vicdan, hafıza, sorumluluk.
Vicdan, kimsenin bakmadığı anda kendimize tuttuğumuz aynanın adıdır. Gündüzün gürültüsü içinde bastırdığımız, “herkes böyle yapıyor” diye susturduğumuz ince sızı; gecenin bir yerinde ısrarla kapıyı çalan ses. Gün boyu ihmal, adaletsizlik, yok sayılan hayatlar içeren haberler görüyoruz; bir cümlenin altına saklanmış kayıplar, tek satırlık “gereken yapılmadı” ifadeleri… İçimizde bir yer kısaca sızlıyor, sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Geçim derdi, yorgunluk, tükenmişlik elbette gerçek; ama tam o anda içimizden başka bir soru yükseliyor: “Bütün bunlar olurken ben neredeydim? Ne yaptım, neyi bilerek yapmadım?” Carl Gustav Jung, insanın kendi karanlığıyla yüzleşmeden tamamlanamayacağını hatırlatır: “Gölge düşürmeden nasıl var olabilirim? Bütün olabilmek için karanlık bir yanımın da olması gerekir.” Vicdan, bu gölgeye bakma cesaretidir. Utanmazlığın dili ise vicdanı yük gibi sunar, yüz kızarmasını zayıflık, özrü kayıp sayar. Oysa yanlışını görebilen, yüzleşebilen insan........© Cumhuriyet





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Rachel Marsden