“Ses, başka yerden, dışarıdan,
ötekinden gelir.”
Byung-Chul Han
Unutamadığım bir gün mü demeli o yola çıkışıma. Hatırladığımı değil, iz bırakanı anlatmak istediğime göre, o eşiği geçmem gerekiyor. Eşik dediysem de zihnimde dönenip duran, yolcu otobüsünün gelip durduğu yerde yolun ikiye yarılmış halini gören bakışlarıma sinen o derin uçurumun baş döndürücü hali... Öylece kıyıda kalakalmıştık.
Yarıntıyı tanımlamak için bu sözler yetersizdi. Bakınca, sizi çekip içine alan, adeta dünyanın karanlık dibiydi gördüğümüzü sandığımız!
Yol boyunca kimse depremden söz etmemişti. O duraklama anında şoförün öfkeyi andıran nidasından anladığımıza göre, Varto depreminin en çok vurduğu yerdeydik. Televizyonlar, telefonlar yoktu; ölçümler böylesine yaygın değildi. Sarsıntının büyüklüğü hissedilen, bir de yıkılanla ölçülürdü sanki o günlerde!
Öteye geçit yoktu. Baş dönmesi, mide bulantısı geçirenlerin sesleri uğultu gibi gelmeye başlamıştı bana. Meşe ağacının gölgesine çekilmiş, dahası tünemişçesine beklemeye vermiştim kendimi.
Bu halimizi teyzeme anlattığımda, korkudan uçuklayan dudağıma krem sürüyordu. Henüz on iki yaşındaydım.
Başka yollara saparak Muş’a vardığımızda zifiri karanlık bir kentle karşılaşmıştık. Garaj yıkıldığı için, “çarşının ucu” denen bir yerde, ellerinde çıra ateşleriyle bekleşen insan yığınının önünde durmuştu........