Ötesi yok, madem gecedeyiz; gündüzün ışıltısına taşı sözünü. Değiştir zamanın işaretlerini. Kendi kavminin dilini taşı zamana. Ama solanı solduğu yerde bırakma. Sözünün yabanı oradan filizlenir, bunu unutma.
Başladığın yerde durma, aynı suda iki kez yıkanılmaz demişti bilge anlatıcı; bunun kandilini söndürmeyenlerin bakışlarına dön yüzünü. İnanç değil, aslolan duygudaki düşüncedir. İnsanı insana taşıyacak olandır bu. Akıldan yolu geçenler bunu böyle bilir.
Bir bahçe kurmayı anlat işte böylelerine. Yani seni kendine sırdaş bildiğin yol arkadaşlarına. Yeryüzünün kurtuluşunun bir bahçe kurmak düşünün düşüncesiyle mümkün olabileceğini anlat ama onlara da. Bunun hiç de ütopya değil, gerçek olduğunu hatırlat bir de.
Ötede, okuduğun anlatıcı kendi bahçesini kurarken yaşadığı deneyimden söz ederken şunu söylüyordu:
“Bahçe, yoğun bir zaman deneyimini mümkün kılıyor. Bahçede çalıştığım süre içinde zaman zengini oldum. Bahçe, onun için çalışan insana çok şey veriyor.” (*)
Kendi bahçeni kurmak büyülü bir söz gibi gelmemeli. Ama gitmeyi, görmeyi, dokunmayı, hissetmeyi, bir bakışı kuşanmayı hatırlatıp öğretebileceği için; gene düşlerine katmalı insan derim. Size de ona da öyle anlatmak isterim bu düşüncenin nasıl insanı kıvandırabileceğini.
Evet, evet; bir bahçe kurmak aynı zamanda insanı kıvandıran bir şeydir. Tek bir ağacınızın bile olması bambaşka bir duygu yaşatır size. Bir zeytin, bir ceviz, bir incir ağacı örneğin; ya bir ahlat, ardıç, meşe...
Ağaçsız yaşamak ve ölmek ne acı! Görmemek, duymamak, hissetmemek gibi bir şeydir.........