‘Karanlık zamanlar’dan geçerken
Şunu hemen söylemeliyim ki dar zamanlarımda Kant’ı, sevinçli/ kederli anlarımda da Çehov ve Sait Faik’i okurum; bana şifa getirip çözüm önerdiklerinden değil ama eşlik edebilecek bir duyguyu/düşünceyi taşıdıklarından onları yol arkadaşı yaparım kendime.
Elbette ki sözünü ettiğim; beni onlara çekenin, kendi çağlarına tanıklık etmiş olmalarıdır. Bir bakıma da şunu söyleyebilirim; zamanın ruhunu kavrayış/ aktarış/yansıtış bilinçleridir bana güven verip yaşantıma ivme kazandıran.
Hele şu günlerde... İçinden geçtiğimiz “karanlık zamanlar”da iyi düşünen, doğruyu yansıtan bakışa ne çok gereksinmemiz var.
Bir Bakışı Solduran adını verdiğim deneme kitabım nicedir yayımı için mayalanmayı bekliyordu. Şimdilerde buna dönüp yazdıklarıma göz attığımda, o “karanlık zamanlar”ın derin izlerini gördüm. Belki de bugün beni Hannah Arendt ile Martin Heidegger aşkını bir anlatı olarak yazmaya yönelten duygu da işte o içinden geçilen zamanlardaki duygu/ düşünce filizlenmelerinin neleri ortaya çıkarabileceğiydi. Evet, öyle de yaptım. Onları da okudukça bu anlatıyı her gün en az iki bölüm yazarak yol aldım.
Bir yazarın çağının karanlığına teslim olması sanırım düşünülemez! Geçmişe, tarihsel olana kurguyla bakarken, bugünün dünyasına dair söyleyebileceği çok şeyinin olduğunu düşünürüm.
Bir yazarın çağına tanıklığı her açıdan önemlidir. Bu, hem onun düşünme biçimini hem de dünyayı/ olayları anlama/ yorumlama/yansıtmadaki tutumunu gösterir bize.
Yazarın........
© Cumhuriyet
visit website